
2022’nin Enleri!
Bir yılı daha geride bırakırken, 12 ayın bilimsel ve teknolojik bir özetini yaparak, öne çıkan gelişmeleri bir kez daha hatırlayalım istedik. Hiç kuşkusuz 2022 “uzak ufukların” yılı oldu diyebiliriz. Uzay araştırmalarından birbiri ardına gelen heyecan verici haberler hem evrene hem galaksimize hem de Güneş Sistemimize dair yeni bilgiler kattı dağarcığımıza. Öte yandan, insan beyni, iklim değişikliğinin etkileri ve teknolojik gelişmelerin bilime katkısı da sık sık yerini aldı satır başlarında. Saklı tarihin bize sunduğu çok sayıda kanıtın da gün yüzüne çıkmasıyla, insanlığın ve gezegenimizin tarihinde birçok nokta daha aydınlandı. Özellikle de dinozorların öyküsünde…
Uzaya bakan yeni gözler
Dünyamızın Güneş etrafındaki yolculuğunda Ay’dan başka yoldaşları da olduğu pek bilinmiyor. Güneş-gezegen sistemlerinin L4 veya L5 Lagrange noktalarının etrafında dönen küçük cisimlere Truva asteroitleri deniyor ve bunların Dünya yörüngesinde yer alan en büyüklerinden birinin varlığı bu yıl içinde onaylandı.
Uzayın her zaman en çok ilgi çeken sakinlerinden olan kara delikleri görüntüleme konusunda yeni gelişmeler elde edildi. En önemlisi, kendi galaksimizin merkezinde bulunan ve aramızdaki gök cismi, bulutsu vs. yoğunluğu nedeniyle görülmesi çok zor olan, dev kara delik Sgr A*’nın görüntülenmesi oldu.
Önceden bilinen “en”lerin bir kısmında da değişiklikler oldu. Örneğin, Yılancı Takım Yıldızı’ndaki Gaia BH1’in Dünyamıza -bilindiği kadarıyla- en yakın kara delik olduğu tespit edilirken 47 milyar ışık yılına yakın çapıyla akıl almaz büyüklüğe sahip gözlenebilir evrenimizde şimdiye kadar tespit edebildiğimiz bize en uzak yıldız da 28 milyar ışık yılı mesafedeki “Earendel” oldu.
Dünya’da her “gün” birbiriyle aynı uzunlukta değil; gündelik yaşamımızda fark edemeyeceğimiz ancak bilim insanları için önemli olan farklar var. İşte bu ölçümler hassas şekilde yapılmaya başlandığından beri kaydedilen en kısa gün bu yıl içinde yaşandı ve 29 Haziran 2022 en kısa gün olarak tarihe geçti.
Gök bilimi adına ilginç bir başka keşif de yeni tür bir yıldız patlaması olan “mikronovalar”dı. Yıldızların ömürlerinin sonunda neler yaşadığı çok ilgi çeken bir konu; çünkü evrendeki çoğu maddenin kaynağı bu patlamalar.
Japon bilim insanlarının olağanüstü planlamalarıyla, Ryugu adlı asteroitten toplanan ve 300 milyon kilometre uzaklıktan Dünya’ya getirilen taş parçalarının inceleme sonuçları bu yıl yayımlandı. Güneş Sistemi’nin ilk dönemlerine ait veriler içeren taşlar, Dünya’daki suyun uzaydan gelmiş olabileceği fikrini destekliyor.
Dünyalıların uzayla ilgili en büyük korkularının başında, felaket yaratabilecek büyüklükte bir göktaşının gezegenimize çarpması geliyor. Bunun için yapılabilecek çok bir şey olmasa da, ileriye yönelik savunma planlarındaki en önemli adım bu yıl atıldı. NASA tarafından yapılan denemede, DART adı verilen uzay aracı bir asteroide çarptırılarak, gök cisminin yörüngesini az da olsa değiştirmeyi başardı.
2022 yılında Güneş Sistemi’ndeki gezegen araştırmaları da hız kesmedi. Zaten buz gezegeni olarak tanınan Neptün’ün gitgide soğuması ilgi çekici bir konu olurken, kardeşi Uranüs ile aralarındaki renk farkı da önemli bir araştırma malzemesi oldu. Jüpiter’in ise karanlık geçmişinde küçük gezegenleri ve diğer gök cisimlerini yediği anlaşıldı.
Elbette bu yılın uzayla ilgili en önemli gelişmelerinin başında James Webb Uzay Teleskobu’nun görevine başlaması ve yavaş yavaş algımızı değiştirmeye başlayan fotoğraflar göndermesi vardı.
Tıp ve teknoloji kol kola
Bilim insanları doku mühendisliğinde bir ilki gerçekleştirerek, bir hastanın kulağından aldıkları kıkırdak dokusu örneğini çoğaltıp, üç boyutlu yazıcıyla yeni bir kulak ürettiler ve aynı hastaya naklettiler. Bu gelişme, henüz iç organ nakilleri için fazla erken olsa da, iskelet sistemi rahatsızlıklarına yönelik yenileyici tıp uygulamaları için yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor.
Ses kayıtlarının yapay zekâyla analiz edilmesi yoluyla, kalp rahatsızlıklarının tahmin edilebileceği de kanıtlandı bu yıl. Toplam 108 anjiyografi hastasından üçer farklı ses kaydı alan araştırmacılar, insan kulağının duyamadığı bazı ses özelliklerini yapay zekâya ölçtürdüler ve her hasta için bir ses biyobelirteç puanı elde ettiler. Sonuçta, puanı yüksek olan hastalarda iki yıl içinde koroner arter hastalığa yakalanma olasılığının 2,6 kat, plak birikimi çıkma olasılığının ise üç kat daha fazla olduğu görüldü.
Doktorlar, “baz düzenleme” adı verilen yeni bir tekniği kullanarak, tedavisi olmayan bir T-hücresi lösemisini genç bir kızın vücudundan temizlemeyi. Bu deneysel terapiyi alan ilk kişi olan genç kız, dünya çapında milyonlarca kanser hastasına umut verdi.
Tıp ve teknoloji birlikteliğindeki en önemli gelişmelerden biri de, yılın başlarında, bir robot cerrahın ilk kez insan müdahalesi olmadan bir yumuşak doku laparoskopi operasyonunu tamamlamasıydı. Smart Tissue Autonomous Robot (STAR) adlı makine, bir domuz üzerinde, son derece hassas bir ameliyatı insan cerrahlardan çok daha başarılı biçimde gerçekleştirerek tarihe geçti.
Elon Musk’ın Neuralink şirketine ek olarak Blackrock Neurotech ve Paradromics gibi diğer teknoloji öncüleri tarafından geliştirilmekte olan beyin-bilgisayar arayüzleri de büyük olasılıkla önümüzdeki yıl bu zamanlarda satırlarımızı dolduruyor olacak.
Çevre kirliliği, etkileri ve yeni çevreler yaratmak
Dünya’daki plastik atıkların yarattığı çevre kirliliği ve bunun hem biyoçeşitlilik hem de ekosistemler üzerindeki olumsuz etkileri yıllardır biliniyorken, bilim insanları bu yıl ilk defa insan kanında mikro-plastiklere rastladılar. Bu durumun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ise henüz net olmamakla beraber, özellikle çocuklar ve bebekleri korumak için konunun derinlemesine araştırılması gerekiyor.
Biyoçeşitlilik demişken, bal arılarının ömrü hakkında biraz da tesadüfen keşfedilen yeni bulgular, bu küçük ama bir o kadar önemli dostlarımızın 50 yıl öncesine kıyasla daha az yaşadığını gösterdi. 1969 verilerine göre ortalama 34,3 gün yaşayan bal arılarının ömrü artık 17,7 gün. Nedenleri üzerine araştırmalar ise devam ediyor.
NASA’nın Ay’a yeniden insan göndermek amacıyla başlattığı Artemis programı heyecan yaratmaya devam ederken, Florida Üniversitesi’nden bilim insanları regolit adı verilen Ay toprağında bitki yetiştirmeyi başardılar. Deneylerde kullanılan, bitki biyolojisi araştırmalarının başrol oyuncusu Arabidopsis thaliana tohumlarının neredeyse tamamı çimlendi ve böylece Ay regolitinde çimlenmeyi baskılayacak herhangi bir unsur olmadığı belirlendi. Bunun, uzun uzay seyahatlerinin mümkün olup olmadığına ilişkin önemli bir veri olduğu söylenebilir.
Beynin gizemlerini çözme yolunda…
Sağlıklı bir insanın beyin sıcaklığına dair normal alt ve üst sınırlar ortaya çıkarıldı. Beş ayrı kıtadan ve 15 farklı ülkeden toplam 40 sağlıklı yetişkinle çalışan araştırmacılar, Manyetik Rezonans Spektroskopi (MRS) tekniğini kullanarak ortalama beyin sıcaklığının vücut sıcaklığından daha yüksek olduğunu ve gün içinde bu sıcaklığın değiştiğini ortaya koydular. En önemlisi de, beyin sıcaklığındaki günlük değişkenliğin beyin fonksiyonlarına dair fikir verdiği ve hayati önem taşıdığı anlaşıldı.
Nature dergisinde yayınlanan bir çalışmayla laboratuvarda büyütülen insan beyni hücrelerinin yeni doğmuş sıçanların beyinlerine nakledildiği ve bu hücrelerin sıçan beyin dokusuna başarıyla entegre olduğu duyuruldu. Gelişme, beyin hasarları ve hastalıklarının ele alınması konusunda yeni bir ufuk açtı.
Bilim insanlarının laboratuvarda ürettikleri bir mini-beyin 1970’lerin ünlü “Pong” adlı bilgisayar oyununu oynadı. İnsan kök hücrelerinden üretilen 800 bin kadar hücreyle oluşturulan bu mini-beyin, beş dakika içinde oyunu oynamayı (yani ne yapması gerektiğini) öğrendi. Böylece, dışarıdan gelen bilgileri algılayıp işleyen ve yanıt verebilen bir mini-beyin ilk kez gözlenmiş oldu.
Dinozorlar, mamutlar ve tarihte saklı diğer öyküler
2022 yılı, dinozorlar cephesinde önemli gelişmelere tanık oldu. Karasal dinozorları 66 milyon yıl önce yeryüzünden silen Chicxulub adlı göktaşının, dünyaya ilkbahar aylarında çarptığı tespit edildi. ABD’de, doğrudan bu çarpmanın etkisiyle öldüğü düşünülen bir dinozorun bacak kemiği fosili bulundu. Çarpışma sonrası ortaya çıkan kayaç tozları ve sülfürik asit bulutları nedeniyle de yeryüzü belki iki yıl boyunca güneş ışığından mahrum kalmıştı.
Kanada’da bulunan Thanatotheristes degrootorum ve Arjantin’de bulunan Guemesia ochoai hariç Asya kıtasında adlandırılan ilk erken zırhlı dinozor Yuxisaurus kopchicki Çin’de ortaya çıktı.

Yine Çin’de, dünyanın en iyi korunmuş dinozor yumurtası fosili gün yüzüne çıktı. Yingliang adı verilen fosil hem çok iyi korunmuş olduğu hem de modern kuşlar ile dinozorlar arasındaki evrim bağlantısı açısından önemli bir bulgu.
Biraz daha yakın geçmişe gelirsek, başka bir fosil bebek, 30.000 yaşında bir tüylü mamut yavrusu yine Kanada’da şans eseri bulundu. Annesinden ayrı düşerek bir bataklıkta hayatını kaybeden ve permafrost altında kaldığı için çok iyi korunan bu yavrucağa, yörenin yerli dilinde “büyük bebek hayvan” anlamına gelen Nun cho ga adı verildi.
Afrika’da şimdiye kadar bulunmuş en eski dinozor fosili, Mbiresaurus raathi, 230 milyon yıl öncesine tarihlendi ve iklimlerin dinozor habitatları üzerindeki etkisine dair bulgular elde edildi.
Biri Portekiz’de (bir Sauropod türü), diğeri Kanada’da (bir Hadrosaur türü), neredeyse mumyalanmış diyebileceğimiz bütünlükte korunmuş fosiller gün yüzüne çıktı. Bilim insanları, dinozor derilerindeki pulları bile tek tek seçebiliyorlar.
Dinozorları bırakıp insanlık tarihine geldiğimizde; 2022’nin belki de en büyük arkeolojik keşfi, ünlü kâşif Ernest Henry Shackleton’ın Güney Kutbu’na ulaşmak için çıktığı meşhur Antarktika seferinde batan ve 107 yıldır diğer kâşiflerin rüyalarını süsleyen Endurance adlı geminin bulunması oldu. Oldukça iyi korunmuş durumdaki kalıntıların birçok kitap, film ve kâşife ilham olan Endurance’ın 2.900 kilometrelik yolculuğu hakkında önemli ipuçları sunacağı düşünülüyor.
İlginç sonuçlar veren bir başka çalışma ise şu ana dek bilinen en eski DNA örneklerini inceleyerek, 2 milyon önce yaşamış bitki ve hayvan türlerini başarıyla ortaya koydu. Grönland’da sıcaklıkların günümüz ortalamasından 11-19oC daha yüksek olduğu o dönemde yaşamış biyolojik toplulukların net olarak tanımlanabildiği çalışma, antik DNA ile bu kadar geçmişe dönük bir çalışma yapılabileceğini de ilk kez kanıtlamış oldu.