Küresel Isınmaya Küresel Bakış
Gezegenimiz ısınmaya devam ediyor ve “rekor sıcaklıklar” her yıl güncelleniyor. Peki, haberleri okuyup sadece birkaç dakikalığına endişeleniyor ve hayatımıza olduğu gibi devam mı ediyoruz? Yoksa artan sıcaklıkların ne anlama geldiğini, nelere yol açabileceğini -ve açacağını- gerçekten anlayıp kavrıyor ve hayatlarımızda değişiklikler yapmaya başlıyor muyuz?
Ekim ayında yayımlanan ve Oregon Üniversitesi’nden ünlü ekoloji profesörü William J. Ripple liderliğinde toplam 13 araştırmacının hazırladığı rapor şöyle başlıyor: “Dünya gezegenindeki yaşam kuşatma altında. Artık keşfedilmemiş topraklardayız. Bilim insanları onlarca yıldır, atmosfere zararlı sera gazları salan insan faaliyetlerinin neden olduğu küresel sıcaklık artışları yüzünden aşırı iklim koşullarının hüküm süreceği bir gelecek konusunda sürekli uyarılarda bulunuyorlar. Ne yazık ki, zaman doldu.” Bu iç açıcı cümlelerde başlayan çalışmada açıklanan diğer bilgilerse şöyle: Haziran-Ağustos 2023 döneminde tarihin en yüksek sıcaklıkları kaydedildi, Eylül ayına kadar toplam 38 gün boyunca sıcaklık sanayi öncesi döneme göre 1,5 derecenin üzerinde seyretti, Antarktika’daki buzullar bilinen en düşük düzeye indi, yıllık küresel kömür tüketimi 2022’de tarihteki en yüksek seviyeye ulaştı ve tüm bunlara karşın insanlık iklim değişimine karşı minimal mücadele verdi.
Sera etkisi konusunda 1980’lerde ilk uyarıyı yapan ABD’li bilim adamı James Hansen ve onlarca meslektaşı tarafından yayımlanan yeni bir makale, dünyanın şu anda anlaşıldığından daha hızlı ısındığını, bunun da yakın zamanda önemli bir sıcaklık eşiğinin aşılmasıyla sonuçlanacağını ve 2050 yılına gelindiğinde dünyanın neredeyse 2°C daha sıcak olacağını öngörüyor. Gezegendeki buzulların değişimini uzun süredir inceleyen Kopenhag Üniversitesi’nden Anders Anker Bjørk ve meslektaşları tarafından yapılan bir başka çalışma da benzer ölçüde endişe verici bir tablo çiziyor. Uydu görüntülerini ve 200.000 eski fotoğrafı analiz eden araştırma grubu, küresel ısınmanın Grönland buzullarının erimesini son 20 yılda beş kat hızlandırdığını tespit etti. Grönland’ın buz tabakaları o kadar çok su içeriyor ki tamamen erimeleri durumunda deniz seviyeleri en az 6 metre yükselecek.
Artan sıcaklıklar ve deniz seviyesinin yükselmesi, okyanuslarda oksijen oranının azalmasına ve asitlik derecelerinin artmasına yol açacak, bu da okyanus ve denizlerdeki canlılığı etkileyecek. Nisan 2023’te, okyanusların 1982’den bu yana en sıcak değerleri verdiği açıklanmıştı. Hem de arka arkaya. Yani, okyanuslar düşündüğümüzden çok daha hızlı ısınıyor. Bu sıcaklık artışı da okyanuslarda yaşayan algleri etkiliyor. Bundan nerdeyse 5 yıl önce, uydu görüntülerinin incelenmesiyle denizlerde bölgesel renk değişikliklerinin oluşmaya başladığı ve bunun en azından belli bir ölçüde sıcaklık artışına bağlı olabileceği açıklanmıştı. Alglerin dağılımında görülecek değişimlerin, mevcut besin zincirindeki denge üzerinde ciddi sonuçları olabilir.
Üstelik tehlike altında tek buzullar kutuplardakiler değil. Uluslararası Entegre Dağ Kalkınma Merkezi’nin (ICIMOD) 2019 yılında hazırladığı bir raporda, Hindukuş-Himalaya Dağları’ndaki buzulların da tehdit altında olduğu belirtilmişti. Araştırmacılara göre, küresel ısınma nedeniyle 2100 yılına kadar bu bölgedeki dağ buzullarının %36 ila %75 oranında kaybı söz konusu. Bunun kaçınılmaz sonuçları arasında da aşırı iklim olaylarının ve sellerin artması, muson yağış dengelerinin bozulması, tarımın ciddi darbe alması, dolayısıyla da bölgedeki kentlerin su, gıda ve enerji konusunda büyük sıkıntı yaşaması var.
Ekosistem, belirli bir alanda bulunan tüm canlı türleri ve bu türlerin etkileşim içinde oldukları toprak, su, hava gibi cansız bileşenlerin bütünü olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda, yükselen sıcaklıklar ekosistemlerin bütünü üzerinde önemli olumsuz etkiler gösteriyor. Birçok tür, evrimsel gelişim süreçlerinde belirli sıcaklıklara ve iklim koşullarına uyum sağlamış durumda. Üreme ve beslenme davranışları başta olmak üzere davranış kalıplarının çoğu, uzun yıllar boyunca yayılış gösterdikleri alanlardaki koşullara uygun biçimde şekillenmiş. Sıcaklık da bu koşulların en önemlilerinden biri. Yıllık ortalama sıcaklıklar değiştikçe, belirli sıcaklık aralıklarına uyum göstermiş olan türler savunmasız hale gelecek ve önlerinde iki seçenek olacak: yok olmak ya da yaşam alanlarını değiştirmek. Şanslı olan türler, bu yer değiştirmeyi yapabilecek. Tabii eğer uygun yeni alanlar bulabilirlerse. Fakat bu arada yerli türler, endemikler ve onlarla yakın ilişki içinde olan diğer türlerin yayılışları değişecek. Elbette, sivrisinek ve kene gibi hastalık taşıyıcıların yayıldıkları bölgeler de genişleyecek.
Bazı türlerse hareket etme konusunda daha şanssız olduklarından, yaşamak için uygun yeni alanlara yeterince hızlı geçemeyecekler ve nesillerini devam ettirmeleri mümkün olmayacak. Bitkiler, bu konuda belki de en şanssız olan türler. Bitkilerin ekim ve hasat zamanları değişecek, su kıtlığı ve artan buharlaşma nedeniyle toprak fakirleşecek, bunun sonucunda topraklar daha da fakir duruma gelecek ve bu da erozyonu artıracak. Aklımıza ilk gelenler ekonomik değeri yüksek bitkiler olsa da (ki dünyadaki kahve ekim alanlarının, iklim değişikliği nedeniyle 2050 yılına kadar yarı yarıya azalacağı haberini yayımlamamızın üzerinden neredeyse 9 yıl geçti) bitkilerin birbiri ardına tehlike altına girmesi, onlarla beslenen hayvanları ve bu hayvanların avcılarını, nihayetinde de yine bizleri etkileyecek. Kısacası, biyolojik çeşitlilik ciddi darbe alacak ve ekosistemlerin birbiri ardına çökeceği, kaçınılmaz bir kademeli etki ortaya çıkacak.
Bazılarınızın aklına Svalbard’daki “Küresel Tohum Mahzeni” gelebilir. Burası, dünyanın dört bir yanından toplanan milyonlarca tohumun çimlenmeye hazır şekilde saklandığı bir tohum bankası. Fakat biyoçeşitllik kaybına karşı son çare olarak görülen bu mahzenin kendisi de tehlike altında. Artan sıcaklıkların tohumları tetiklememesi için sürekli düzenlemeler yapılsa da bir süre sonra bu düzenlemeler yetersiz kalacak ve küresel acil durum tohumlarımız belki de Kuzey Kutbu’nda çimlenecek.
Dikkate alınması gereken hayati bir biyolojik olgu da proteinler. Amino asit zincirlerinden oluşan bu büyük ve karmaşık yapılı moleküller tüm canlılar için yaşamın temelini oluşturuyor. Hücre zarı, ribozomlar, mitokondri ve kloroplastlar da dahil olmak üzere birçok organelin yapı ve işleyişi için kritik önem taşımakla kalmıyor, enzim ve hormonların da çoğunun yapısına giriyorlar. Proteinler, doğaları gereği, sadece belirli sıcaklık aralıklarında düzgün çalışabiliyorlar. Sıcaklığın proteinler üzerindeki en önemli etkisi denatürasyon. Yani, proteine özel şeklini veren kimyasal bağların kırılması ve üç boyutlu yapısının bozulması, sonuç olarak da proteinin biyolojik işlevinin yok olması. Bir protein, denatüre olduktan sonra sıcaklık düşürülse bile, başlangıçtaki temel yapısını ve işlevini geri kazanamayabiliyor. Bazı proteinler ısıya biraz daha dayanıklı olsa da, bazılarının denatüre olabildiği sıcaklıklar nispeten düşük.
Ağustos ayında Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, bazı tropik ağaçların fotosentez mekanizmalarının ısı nedeniyle bozulmaya başladığını ortaya koydu. Çalışmaya göre, çevredeki hava daha serin olduğunda bile, tropik ağaçlardaki yaprakların yaklaşık yüzde 0,01’i fotosentez için gereken enzimlerin denatüre olacağı kritik bir sıcaklığa ulaşabiliyor. Bu -şimdilik- nispeten düşük bir oran gibi görünse de, bir ağaçta yeterince yaprağın ölümü, tüm ağacın ölümüne yol açabilir. Ekibin deneyleri ve modellerine göre, tropikal ağaçlarda yaprakların fotosentez yapmayı durduğu sıcaklık yaklaşık 46,7°C. Daha yüksek enlemlerdeki ağaçlar için de buna yakın ama biraz daha düşük bir sıcaklık geçerli. Ayrıca, yerel ortalama sıcaklıklar yaklaşık dört derece artarsa kritik bir eşiğe ulaşılabileceğini de ortaya koydular. Fotosentez yapan yapraklar doğal olarak çevrelerindeki havayı serinlettiği için, fotosentezin kesilmesi sonucunda komşu yapraklardaki sıcaklık da daha hızlı artacak. İşte size bir başka kademeli etki…
Sıcaklıkların artışı, kentleşmenin yaban hayatı üzerindeki etkilerini de daha kötü hale getiriyor. Özellikle de bitki örtüsü az olan ve daha kuru şehirlerde. Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu ve doktora öğrencisinin de aralarında olduğu kalabalık bir ekibin Kuzey Amerika’daki 725 farklı noktadan alınan fotokapan verileriyle yürüttüğü bilimsel çalışma, durumu memeliler açısından ortaya koyuyor. Böcekler, balıklar, amfibiler, sürüngenler ve kuşlar üzerine de benzer sonuçların ortaya koyulduğu birçok çalışma var.
Bireysel olarak üzerimize düşeni yapma zamanımız çoktan geldi. Birçok ülkede çeşitli seviyedeki karar vericiler de aynı yolda adımlar atmaya başladılar. Umuyoruz ki, bu adımların sayısı hızla artar ve gündelik yaşam alışkanlıklarımızdan ekonomik faaliyetlere, kentsel planlamadan bilimsel araştırmalara kadar bu konuda etkili girişimler ve düzenlemeler görebiliriz.
REFERENCES
- 1. https://www.researchgate.net/publication/374975790_The_2023_state_of_the_climate_report_Entering_uncharted_territory
- 2. https://www.reuters.com/business/environment/greenland-glaciers-melt-five-times-faster-than-20-years-ago-2023-11-10/
- 3. https://www.eea.europa.eu/signals-archived/signals-2019-content-list/articles/soil-land-and-climate-change
- 4. https://www.epa.gov/climateimpacts/climate-change-impacts-forests
- 5. https://www.scientificamerican.com/article/tropical-forests-may-be-getting-too-hot-for-photosynthesis/
- 6. https://attheu.utah.edu/research/warming-temperatures-make-life-even-tougher-for-urban-wildlife/