Alzheimer Hastalığı: Bilişsel Gerilemenin Derinliklerine Doğru
Nörolojik rahatsızlıkların geniş yelpazesi içinde Alzheimer hastalığı, yüzyılın en zorlu sağlık sorunlarından biri. Araştırmalara göre dünya çapında 40 milyon kişi demans hastası ve bu sayının 2050 yılına kadar her yirmi yılda bir ikiye katlanacağı öngörülüyor. Son yıllarda yaşanan gelişmeler ışığında, Alzheimer hastalığını derinlemesine ele almak ve bilimsel çalışmaların sonuçlarını derlemek istedik. Koç Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Gökhan Erkol ile yaptığımız son derece bilgilendirici söyleşide de Alzheimer hastalığı konusunda dünyada ve Türkiye’de hangi noktada olduğumuzu irdeledik.
Hastalık, Alman psikiyatrist ve nöropatolog Alois Alzheimer tarafından 1906 yılında ilk kez tanımlanmasından bu yana, en yaygın demans (bunama) nedeni ve küresel bir sağlık sorunu hâlini aldı. Alois Alzheimer‘in bu çığır açan keşfini yapmasını sağlayan beyin, yaşamı boyunca ciddi hafıza kaybı, konuşma güçlüğü ve düzensiz davranış belirtileri gösteren bir hastaya aitti. Alzheimer, hastanın ölümü sonrası yaptığı incelemelerde, beyin dokusunda anormal protein birikimleri ve yumak oluşturmuş lifler gözlemledi. Bunlar hâlâ Alzheimer hastalığının en belirgin göstergeleri kabul ediliyor: beynin sinir dokusunda hücrelerin dışında amiloid-beta plakları birikimi ve hücrelerin içinde tau proteini yumakları. Bir diğer kritik unsur da beyinde hafıza ve öğrenme işlevlerinde önemli rol oynayan bir sinir iletim molekülü (nörotransmitter) olan asetilkolin seviyelerindeki azalma. Alzheimer hastalığı üzerine yapılan araştırmaların çoğunun odak noktası bu maddeler, özellikle de hastalığın erken teşhisine ve tedaviler tasarlamaya yönelik çalışmalarda.
Alzheimer hastalığı, ilk olarak bilişsel (zihinsel) işlevleri etkileyen, ilerleyici bir sinir dokusu yıkımı. Hastalıkta, beyin hücreleri arasındaki iletişim bozuluyor ve sinir ağları zaman içinde kademeli olarak geriliyor. Belirtiler tipik olarak hafif hafıza kaybı ve kafa karışıklığı ile başlıyor, fakat ilerlediğinde düşünme, muhakeme ve iletişimde ciddi bozukluklara yol açıyor. Hastalar genellikle konuşma bozuklukları, görsel-mekânsal bozukluklar, hatta kişilik ve davranış değişiklikleri yaşıyorlar ve bunların hepsi de kapsamlı bakım gerektiriyor.
Nedenleri
Alzheimer hastalığı yaşlanmanın kaçınılmaz bir parçası değil. Fakat ilerleyen yaş, hâlâ en önemli risk faktörü. Araştırmalar, hastalığa yol açan etkenlerin genetik, çevresel ve yaşam tarzına ilişkin faktörlerin bir bileşkesi olduğunu gösteriyor. Bazı çalışmalar ise beslenme, egzersiz ve bilişsel yetenekleri kullandıran meşguliyetler gibi yaşam tarzı seçimlerinin, hastalığa yatkınlık üzerinde etkisi olabileceğini öne sürüyor.
Hastalık ayrıca kalp-damar rahatsızlıkları, diyabet ve yüksek tansiyon gibi çeşitli sağlık sorunlarıyla da ilişkilendiriliyor. Vücuttaki şeker oranı, kan basıncı, beyne oksijen gidişini etkileyebilecek damar sorunları veya uyku apnesi gibi rahatsızlıklar düzeltilmediklerinde hastalığın belirtilerini hızlandırabiliyorlar. Son yıllarda yapılan çalışmaların bir kısmı ise uyku alışkanlıkları, kahve tüketimi ve ağız hijyeninin Alzheimer hastalığıyla ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor.
Uykunuzu iyi alın
Alzheimer hastalığı ve uyku arasındaki ilişki, bilimsel araştırmalar açısından ilgi çekici. Uyku düzeni bozukluklarının, özellikle de kalitesiz uykunun ve yetersiz uyku süresinin hastalığın gelişiminde ve ilerlemesinde rol oynayabileceğini gösteren kanıtlar gittikçe artıyor.
Çalışmalara göre kalitesiz uyku, amiloid-beta üretiminde artışla ve vücuttan temizlenmesinde azalışla ilişkili olabilir –bu da potansiyel olarak proteinin beyinde birikmesine yol açabilir. Uykunun yarıda kesilmesi de beyinde yüksek tau proteini seviyeleriyle ilişkilendiriliyor ki bu da hastalığın gelişimine bir diğer potansiyel katkı.
Uppsala Üniversitesi araştırmacılarının 2020 yılında yaptıkları önemli bir çalışma, tek bir gece uykusuz kalmanın bile kanda tau proteini seviyelerini yükseltebileceğini ortaya koydu. Alzheimer hastalığının temel göstergeleri olan tau proteini ve amiloid-beta bileşiklerinin, uyku yoksunluğunda beyin-omurilik sıvısında artış gösterdiği artık su götürmez bir gerçek.
Öte yandan, uyku ve Alzheimer hastalığı arasındaki ilişki çift yönlü. Hastalığın kendisi de uyku-uyanıklık döngüsünü düzenlemekten sorumlu beyin bölgelerini etkileyerek uyku düzenini bozabiliyor. Sonuçta da uykuya dalma ve uykuda kalma zorlukları görülebiliyor. Hastaların genellikle davranışsal ve psikolojik belirtiler yaşaması ise uyku düzenini daha da fazla bozabiliyor.
Uzmanlar Alzheimer hastalığını önlemek ve yönetebilmek için düzenli bir uyku programına sadık kalmak, rahat bir uyku ortamı yaratmak ve yatma zamanına yakın uyarıcılardan kaçınmak gibi tedbirler almanın faydaları olabileceğini söylüyorlar.
Bir fincan kahvenin hatırı kaç yıl?
Kahve tüketimi ve Alzheimer hastalığı arasındaki ilişki de birçok çalışmaya konu oldu. Orta düzeyde kahve tüketiminin hem Alzheimer hem de genel bilişsel gerileme riskini azaltıyor olabileceğini düşündüren kanıtlar var.
Bunun en büyük nedeni, kahve içeriğinde bol miktarda biyoaktif bileşik bulunması. Bu bileşikler, sinir hücrelerini koruyucu etki gösteriyor. Kahvenin iltihap çözücü etkisi de sinir hücrelerine ek koruma sağlıyor. Ayrıca, kahve içeriğindeki doğal bir uyarıcı olan kafein, bilişsel etkinliği artırıcı etkilere sahip.
Yakın zamanda yapılan bir çalışmadaysa, kahvede bulunan kafein ve genistein maddelerinin tau proteini birikimini etkili bir şekilde engellediği ortaya koyuldu. Bu iki molekülü içeren kahve özleri, tedavi açısından umut verici potansiyel taşıyor olabilir.
Bununla birlikte, ölçülü olmak çok önemli. Aşırı kafein alımı sonucunda uykusuzluk, kalp atış hızında artış ve sindirim sorunları gibi olumsuz etkiler görülebiliyor. Güney Avustralya Üniversitesi araştırmacılarının 2021 tarihli bir çalışmasında da günde altı fincandan fazla kahve tüketmenin demans riskinde %53 artışla ve toplam beyin hacminde küçülmeyle ilişkili olduğu ortaya koyuldu.
Ağız sağlığınıza dikkat!
Alzheimer hastalığı ile ağız sağlığı arasında bağlantı olduğunu öne süren birçok çalışma var. Özellikle de diş eti hastalığı (periodontitis) ve diş kaybı üzerine yoğunlaşılıyor.
Vücutta süregelen iltihap varlığının (sistemik enflamasyon) Alzheimer hastalığının gelişimi ve ilerlemesinde potansiyel bir faktör olduğu öne sürülüyor. Diş etlerinde ve ağız boşluğunda görülebilecek iltihaplanmalar da kan dolaşımına iltihap moleküllerinin karışmasına yol açarak sistemik enflamasyona katkıda bulunabiliyor.
Araştırmaların ele aldığı bir diğer konu da diş eti hastalığıyla ilişkili bakterilerin doğrudan kan dolaşımına girerek beyne gitmesi ve Alzheimer gelişimine katkıda bulunması olasılığı. Nitekim bu bakterilerden biri olan Porphyromonas gingivalis, gerçekten de Alzheimer hastalarının beyinlerinde bulundu. Çalışmalara göre bakteri, amiloid-beta plaklarının oluşumuna katkıda bulunan enzimler üretiyor olabilir. Eskiden amiloid-beta moleküllerinin sadece beyindeki hücrelerce üretildiği düşünülüyordu, ancak sonradan ortaya çıkarıldığı üzere bu proteinler vücuttaki tüm hücreler tarafından üretilebiliyor. Özellikle de diş eti hastalığı ve kök kanalı enfeksiyonu dâhil her türlü enfeksiyona yanıt olarak.
Çeşitli çalışmalara göre, yaşlı yetişkinlerde diş kaybı ile bilişsel gerileme arasında da ilişki olabilir. Çoğunlukla diş eti hastalığı nedeniyle görülen diş kayıpları, beslenme kalitesinin (özellikle vitamin ve besin alımı açısından) ve çiğneme kapasitesinin azalmasına yol açıyor. Bu iki durum da beyindeki kan akışının azalmasına ve nöronlara daha az oksijen gitmesine katkıda bulunuyor.
Özetle, düzenli diş fırçalama, diş ipi kullanımı ve profesyonel diş temizliği gibi iyi ve doğru ağız sağlığı uygulamaları, hem Alzheimer hem de genel olarak bilişsel gerilemeye karşı koruyucu etkilere sahip olabilir.
Erken teşhis ve tedavi yaklaşımları
Erken teşhis ve müdahale, elbette bu hastalıkta da önemli. Hâli hazırda yaygın olarak kullanılan ve kesine yakın tanı koymayı sağlayan yöntemler var. Ama araştırmacılar, bu işi daha kolay ve daha hızlı şekilde yapabilecek kan testleri de geliştirmeye çalışıyorlar.
Washington Üniversitesi’nden Valerie Daggett liderliğindeki bir araştırma ekibi, Alzheimer hastalarının kanında amiloid-beta birikimlerini tespit etmek üzere bir kan testi geliştirdi. Çözünür oligomer bağlanma testi (SOBA) adı verdikleri bu test, amiloid birikimlerinin varlığını tespit etmeye yarıyor. Bu birikimler, hastalığın erken evrelerinde rol oynuyor ve semptomların ortaya çıkmasından on yıl kadar önce bile oluşabiliyorlar. Test, amiloid birikimlerine bağlanabilecek özel bir sentetik molekül (AP193) içeriyor ve geleneksel tanı testlerinden çok daha verimli sonuçlar verdiği, hatta diğer demans tipleri ve Parkinson gibi diğer hastalıklar için de kullanılabileceği söyleniyor.
Hong Kong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi de Alzheimer hastalığı ve hafif bilişsel bozukluklarla ilişkili belirli kan proteinlerini tanımlamak için bir kan testi geliştiriyor. Birleşik Krallık’taki NHS de Alzheimer hastalığının erken teşhisine yönelik kan testlerinin etkinliğini değerlendirmek üzere bir çalışma başlattı. Amaç, etkin maliyette üretimi sağlanabilen testlerin, laboratuvar ortamından çıkarılıp gerçek dünyaya yayılabilmesi.
Alzheimer hastalığının henüz gerçek bir tedavisi yok. Mevcut yaklaşımlar sadece belirtileri yönetmeye veya ötelemeye odaklanıyor. Kolinesteraz inhibitörleri gibi ilaçlar belirtileri geçici olarak hafifletici etki gösterse de, hastalığın ilerlemesini durdurmuyor ya da geriletmiyor. Amiloid plakları ve tau proteinlerini hedef alan immünoterapiler gibi çeşitli tedavi yaklaşımları üzerine araştırılmalar devam ediyor. Klinik denemeleri devam eden bazı umut verici yeni ilaçlar ise tedavi etkinliğini artırmayı ve hastaların yaşam kalitesini iyileştirmeyi hedefliyor.
Bunlara bir örnek, 2023 yılında Queensland Üniversitesi araştırmacılarının sonuçlarını yayınladığı çalışma. Ekibin aslan yelesi mantarından (Hericium erinaceus) elde ettiği bir aktif bileşiğin, sinir hücrelerinin büyümesi ve hafıza gelişimi üzerinde olumlu etkiler gösterdiği görüldü. Söz konusu mantar türü Asya tıbbında yüzyıllardır geleneksel olarak kullanılıyor. Bu çalışmayla, klinik öncesi testlerle, beyin hücreleri üzerindeki etkisi bilimsel olarak da değerlendirilmiş oldu. Bulgular, Alzheimer hastalığı da dâhil olmak üzere sinir dokusunda tahribata neden olan hastalıkların tedavisi açısından umut vaat edici.
İlaç tedavilerine ek olarak, bilişsel uyarı terapisi, gerçek hayata uyum eğitimi ve hatırayla terapiler gibi uygulamalar da hastaların refahını artırmayı amaçlıyor. Depresyon ve anksiyete gibi durumlar için danışmanlık ve/veya ilaçlar önerilebiliyor. Bilişsel faydaları ve genel olarak sağlığı koruyucu etkileri bilinen fiziksel egzersizler de bu uygulamalara eşlik ediyor. Bireylerin günlük işlere uyum sağlamaları, bağımsızlıklarını korumaları ve bilişsel zorlukları yönetmeleri konusunda ayrıca uğraş terapisi yardımına da başvurulabiliyor. Hastalık ilerledikçe ortaya çıkabilecek iletişim zorlukları ise konuşma terapisi ile ele alınıyor.
Dünyada ve Türkiye’de durum
Koç Üniversitesi Hastanesi’nden Prof. Dr. Gökhan Erkol, Türk Nöroloji derneği Davranış Nörolojisi ve Demans Çalışma Grubu Başkanı. Yıllardır demans ve Alzheimer hastalarıyla çalışan Erkol, sorularımızı yanıtladı.
Teşhis ve tanı konusunda Türkiye’de nasıl bir noktadayız?
Dünyada teşhis ve tanı amacıyla kullanılan genel-geçer tetkiklerin tamamı ülkemizde de yapılabiliyor. Demans teşhisleri için farklı yöntemler var; örneğin beyinde belirli bölgelerin kandan şekeri alıp kullanması bozulmuş olabiliyor, manyetik rezonans (MR) ile beyin hacim kaybı olup olmadığına bakılabiliyor. Fakat Alzheimer özelinde net tanı için iki yöntem kullanıyoruz. İlki amiloid PET. Bu taramada beyinde parlama görürsek, yüksek ihtimalle Alzheimer varlığından şüpheleniyoruz. FDG-PET de yardımcı oluyor. Bu taramaların yapılamadığı yerlerdeyse, belden beyin-omurilik sıvısı (BOS) örneği alıp, amiloid ve tau oranlarına bakarak Alzheimer hastalığının tanısını koyabiliyoruz. Bunlar yerleşmiş tetkik yöntemleri ve Alzheimer için erken tanı söz konusu olduğunda, yüzde 90’ın üzerinde kesinlik oranlarına sahipler. Demans olsun veya olmasın.
Demansın görülmediği Alzheimer vakaları olabiliyor mu?
Elbette. Her demansta Alzheimer hastalığı görülmediği gibi, her Alzheimer vakasında da demans olmayabiliyor. Her demansta Alzheimer’e özgü proteinler görülmüyor. Klinik tablo da farklı olabiliyor. Davranış bozukluğu, hayal görme, yol kaybetme gibi belirtilerle başlayan demanslar da var. Alzheimer hastalığının beyinde var olması da demansın var olması anlamına gelmiyor. Bu, sizin rezervinizle ilgili. Sizin bilişsel rezerviniz yüksekse, Alzheimer buluntularının varlığına rağmen demans yaşamayabilirsiniz.
Size bir hasta geldiğinde Alzheimer tanısını nasıl koyuyorsunuz?
Öncelikle Alzheimer demansına uygun semptomlar gösterip göstermediğine bakıyoruz. Hafıza bozukluğunun ön planda olduğu, buna eklenmiş bilişsel eksikliklerin de söz konusu olduğu bir durum varsa ve bu yavaş yavaş ilerliyorsa görüntüleme alıyoruz. Böylece, öncelikle bu belirtilere yol açan başka bir hastalık olup olmadığından emin oluyoruz. Çünkü bazı başka hastalıklar da bu tür unutkanlıklara neden olabiliyor. İkincisi de beyin dokusunda bir yıkım görülüyor mu, görülüyorsa da Alzheimer’e uyan yerlerde mi, ona bakıyoruz. Görüntülemeler bize ayrıca, beyindeki damarların durumunu da gösteriyor. Damar bozukluğu yükünün fazla olması, demansı hızlandırabiliyor. Sonrasında, hastanın hikâyesine ve başka ek hastalıkların olup olmadığına bakıyoruz. Başından beri en belirgin şikâyet unutkanlık ise, yani eşya kaybetme, soru tekrarlama, sürekli aynı olayları anlatma gibi şeyler varsa, daha önce yapabildiği bazı şeyleri yapamaz hâle gelmeye başladıysa, görüntülemeler de uygun bir tablo çiziyorsa, o zaman Alzheimer’e bağlı demans olduğuna karar verebiliyoruz. En başta sözünü ettiğimiz tetkikleri, ancak hasta bir çalışma içindeyse veya net tanı koyulmasını gerektiren hukuksal ya da kişisel bir durum varsa istiyoruz. Kesin tanı elbette tedaviler açısından da önemli. Özellikle de pahalı bir tedaviye başlanacaksa, net teşhis elimizde olmalı ki zarar verebilecek bir adım atmayalım.
Ya tedavi?
Şu anki tedavilerde esas amaç, ilerlemeyi yavaşlatmak ve hastalığı başa çıkılabilir bir durumda tutabilmek. Beyin dokusundaki kaybı henüz geri döndüremiyoruz. Kolinesteraz inhibitörü ve Memantin dışında, en az 2 tane ilaç daha var FDA onaylı ve bir tane daha onay alma yolunda. Bunlar immünoterapide kullanılabiliyor. Bu ilaçlar, bir Alzheimer hastasının demans geliştirme süresini şimdilik yaklaşık 8 ay veya biraz daha fazla öteleyebiliyor. Henüz ülkemizde immünoterapi uygulanmıyor, hatta dünyada bile sadece ABD başta olmak üzere belli başlı yerlerde mevcut. Muhtemelen bazı Avrupa ülkelerinde yakında kullanımları başlayacak. Tabii ilaçlar da sürekli daha etkili hâle geliyor.
Teşhis ve tedavi konusundaki gelişmeler arasında sizce en çok umut vaat edenler hangileri?
Öncelikle, immünoterapilerin işe yarar hâle gelmesi. Tabii gerçek anlamda bir tedaviden bahsedebilmemiz için, hastalığın ilerlemesini durdurmak yetmiyor, beyin dokusundaki kaybı da eski haline döndürebilmek gerek.
Kana dayalı testlerin de kesine yakın tanı koyabilecek niteliğe ulaşması ihtimalini son derece önemli buluyorum. Muhtemelen kesinliği yüksek kan testlerini yapmayı kısa zaman içinde başaracaklar. Bu çok önemli bir gelişme olacak, çünkü belden sıvı aldırma düşüncesi birçok hasta için ürkütücü. Kan testleri hastaya çok daha az zarar verici.
Alzheimer hastalığında genetik etkenler ne kadar rol oynuyor?
Alzheimer’ın genetik kökeni sadece yüzde 3 ila 5 arasında, yani çok yüksek değil. Ailede bu hastalık varsa ve kuşak atlamadan devam ediyorsa veya ailede bu hastalığın sıklığı yüksekse, o zaman genetik test yapılabilir. Fakat genetik formlar oldukça düşük bir oranda. Amiloid PET yaptırmak, genetik teste göre çok daha yardımcı olur.
Peki, bundan korunmanın kesin bir yolu var mı?
Aerobik egzersizler veya yürümek, ayrıca dikiş dikmek veya örgü örmek gibi planlama içeren her türlü boş zaman aktivitesi iyi. Bunlar hep hastalığın ortaya çıkışını öteleyebiliyor ama hastalığı durdurmuyor. Bunu yaparsak Alzheimer olmayız diyebileceğimiz mucize bir aktivite yok, mucize bir gıda da yok. Fakat Akdeniz tipi beslenmenin faydası var, belirli bir ölçüye dek kafeinin de.
REFERENCES
- 1. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0969996120303065
- 2. https://jbiomedsci.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12929-023-00976-6
- 3. https://www.mdpi.com/2075-1729/12/3/330
- 4. https://pubs.acs.org/doi/full/10.1021/acs.jafc.3c01072
- 5. https://www.alz.org/co/news/oral-health-and-alzheimers-risk
- 6. https://www.dental-nursing.co.uk/news/research-directly-links-infected-teeth-and-alzheimers-disease
- 7. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6630622/
- 8. https://www.eurekalert.org/news-releases/1005600
- 9. https://www.nih.gov/news-events/nih-research-matters/blood-test-early-alzheimer-s-detection
- 10. https://www.bbc.com/news/health-67355717
- 11. https://medicalxpress.com/news/2023-02-mushrooms-magnify-memory-boosting-nerve.html
- 12. https://www.nia.nih.gov/health/alzheimers-and-dementia/what-do-we-know-about-diet-and-prevention-alzheimers-disease