
2100’de Kaç Kişi Olacağız?
Küresel ölçekte güncel sorunlarımızın, örneğin karbon salımı, gıda, su, enerji, vb. büyük bir kısmının dünya nüfusu ile ilişkili olduğu biliniyor. İnsan nüfusu arttıkça tüketim artıyor, kişi başına düşen kaynak miktarı azalıyor. Peki, 21. yüzyılın sonunda durum ne olacak?
Birleşmiş Milletler tarafından nüfusla ilgili meselelerin önemine dikkat çekmek için, 1989’un 11 Temmuz günü, Dünya Nüfus Günü ilan edildi. Her sene bu tarihte, aile planlaması, cinsiyet eşitliği, kadın sağlığı, yoksulluk ve bunlarla ilişkili insan haklarına dair konular ve nüfus artışının sosyoekonomik, çevre ve kalkınma etkileri üzerine çeşitli çalışmalar yürütülüyor, ülke liderleri, politika yapıcılar ve taban örgütlenmesi yürüten kurumlara konunun önemi hakkında çağrı yapılıyor.
İnsan nüfusunun 1 milyarı bulması yüz binlerce yıl almışken, bu sayı yalnızca 200 yıl içinde yediye katlandı. 2011 yılında 7 milyar eşiğini aştık ve şu anda yaklaşık 7,7 milyar kişiyiz. Birleşmiş Milletler’e göre 2030 yılında 8,5, 2050 yılında 9,7 ve 2100 yılında yani yüzyılın sonunda ise, 10,9 milyara ulaşacağız.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, zor bir dönemi atlamanın verdiği rahatlık, fosil yakıtlar ve teknoloji sayesinde her türlü üretimin artması ve böylece kaynakların birçok insan için daha ulaşılabilir hale gelmesiyle, insan nüfusu da hızla artmaya başladı. Fakat son dönemlerde doğurganlık azalıyor. 1970’lerde, her bir kadının ortalama 4,5 çocuğu varken, 2015 yılında dünya genelindeki doğurganlık oranı kadın başına 2,5 çocuğa düştü. Öte yandan, ortalama insan ömrü de 1990’larda 64,6 iken, 2019’da 72,6’ya çıktı.
Bilim insanları, bu düşüşü, kadınların artık daha iyi eğitim alması, iş hayatındaki paylarının artması, bir yandan da doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla ilişkilendiriyor. Tabii ki doğurganlığın azalması ve insan ömrünün uzamasıyla, çocuk sahibi olabilecek nüfus da hızla yaşlanıyor.
İnsanlar dünya nüfusunun artması hakkında endişelenedursun, Lancet dergisinde yeni yayımlanan bir makale, içinde bulunduğumuz yüzyılın devamında tam tersi bir sorunla karşı karşıya kalacağımızı iddia ediyor: hızla düşen nüfus ve bunun beraberinde getireceği birçok sosyal, ekonomik ve siyasi olumsuzluk.
Çalışmaya göre, nüfus artışı 2050’den itibaren azalmaya başlayacak, 2064 yılında 9,7 milyar ile en üst noktasına ulaştıktan sonra, 2100’de 8,8 milyara düşecek. (Daha önceki tahminlerden neredeyse 2 milyar daha az.) Bu tarihte, 23 ülkenin nüfusu, şimdikinin yarısına düşecek. Japonya, İspanya, Portekiz ve Tayland, en büyük düşüşü yaşayacak ülkeler arasında. Küresel doğurganlık oranının da 2017’de 2,37 iken, yüzyılın sonunda 1,66’ya düşeceği öngörülüyor. Herhangi bir canlı topluluğunun soyunu devam ettirebilmesi için, ortalama doğurganlık oranının en az 2,1 olması gerekiyor.
Hindistan genel bir düşüş yaşasa da, yaklaşık 1,1 milyar ile liderliği Çin’den alacak. Çin ise, şu anda 1,4 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesiyken, bu sayı 2100’de 732 milyona düşecek, ama yine de nüfusu en yüksek ilk üç ülke arasında kalacak gibi görünüyor.
Öte yandan, özellikle Sahra Altı Afrika ülkelerinde nüfus hızla artacak. Nijerya, 791 milyon vatandaşı ile, dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olacak. Çad ve Sudan’ın nüfusları, %600’ün üzerinde artış gösterecek. Ama bu ülkelerin nüfusu 2100’e kadar artış gösterse bile, sonrasında düşmeye başlayacak çünkü doğurganlık oranının Sahra Altı ülkelerde de 4,6’dan, 1,7’ye ineceği tahmin ediliyor. Nijerya’da şu anda kadınların ortalama 7 çocuğu var.
Nüfusun azalması, kaynakları hızla tükenen Dünya için iyi bir şey gibi görünse de, bilim insanlarına göre çevre üzerindeki bu olumlu gelişmeler, nüfusun hızla yaşlanması nedeniyle ortaya çıkacak sorunlarla etkisini kaybedecek. Tahminlere göre, 2100’de 65 yaş üstü nüfus 2,37 milyar, 20 yaş altı nüfus ise 1,7 milyar olacak. Araştırmanın yazarlarından, Washington Üniversitesi’nde görevli Dr. Christopher Murray, bunun muazzam bir sosyal değişime yol açacağını belirtiyor. ‘‘Çalışan nüfus azaldıkça, yaşlı nüfusu hayatta tutacak sağlık giderlerini kim karşılayacak? Nüfusun azalması, karbon salımını ve gıda sistemleri üzerindeki baskıyı azaltacak olsa dahi, ülkelerin sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerini ayakta tutacak maddi güç yaratma kapasitesi, büyük bir darbe alacak.’’
Bununla birlikte, bilim insanları tüm dünya ülkelerinin gelecek planlarını gözden geçirmesi gerektiğini söylüyor. Araştırmacılardan Profesör Stein Emil Vollset, şöyle açıklıyor: ‘‘Tahminlerimizin toplumsal, ekonomik ve jeopolitik çıkarımları çok çok önemli. Yalnızca çalışma yaşındaki yetişkin sayısının azalması bile, küresel ekonomik güç dengesinin yüzyıl sonunda tepetaklak olabileceğini gösteriyor. Bu nüfus sorunu, tüm ülkelerin başlıca politikası haline gelecek.’’
2100’e geldiğimizde, muhtemelen Afrika ve Arap Dünyası’nın etkisi güçlenecek, Avrupa ve Asya’nın nüfusuyla birlikte nüfuzu da azalacak ve Hindistan, Çin, Nijerya ile ABD’nin baskın olduğu çok kutuplu bir güç dengesi oluşacak. Bu nedenle, ülke ve bölge ölçeğinde gelecek planlarının yeniden ele alınması gerekliliğinin üzerinde duruluyor.
Nüfus azalmasının oluşturacağı sorunları ortadan kaldırmak, ekonomik büyümeyi devam ettirmek ve jeopolitik güvenliği korumak için, ülkelerin geniş çaplı ve serbest göçmenlik programları oluşturması gerekebileceği iddia ediliyor. Bununla birlikte, aile planlaması ve kadınların doğum kontrol hakları üzerinde ciddi baskı yaratacak politikalar izlenmesi de olası görünüyor ve bunun doğurabileceği sosyal eşitsizliklerin önüne geçilmesi için her ülkenin sağlam adımlar atması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca, küresel çapta göçmenliğin yol açabileceği ve/veya ülkelerin ekonomik gücünü devam ettirebilmesi için gerekli iş gücünü sağlayacak bu nüfus dolaşımını engelleme ihtimali olan ırkçı yaklaşımların da önüne geçilmesi gerekecek. Zengin ve yoksul, tüm ülkelerin işbirliği yapmasını gerektirecek, eşitlikçi bir küresel göçmenlik politikasına ihtiyaç duyulacak.
Araştırmacılar, doğal olarak, bunların geçmiş veriler doğrultusunda elde edilen tahminler olduğunun ve gelecek eğilimleri her zaman doğru biçimde yansıtmayabileceğinin de unutulmaması gerektiğini vurguluyor. Nüfus modelleri oluşturulurken hesaba katılmayan etkenler, doğum, ölüm ve göç oranlarında farklı yansımalara yol açabilir. Örneğin, COVID-19 pandemi sürecinde yerel ve ulusal sağlık sistemlerinin yaşadığı güçlükler ve salgın nedeniyle şimdiye kadar yarım milyonun üzerinde insanın hayatını kaybetmiş olması, hesaba katılmayan bu etkenlerden biri sayılabilir. Fakat, araştırmacılar, koronavirüs salgınının yol açtığı ölümlerin, uzun vadeli küresel nüfus projeksiyonlarına ciddi bir etkisi olmayacağında da hemfikir. Dahası, Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, sokağa çıkma kısıtlamalarının 6 ay boyunca devam etmesi, düşük ve orta gelirli ülkelerden toplam 47 milyon kadının modern doğum kontrol yöntemlerine erişememesi, böylece 7 milyon istenmeyen doğum yaşanmasıyla sonuçlanabilir.
Dünya Nüfus Günü ve Birleşmiş Milletler’in nüfus artışı ve nüfus artışının getirdiği sosyal, ekonomik ve politik meseleleri öngörerek, cinsel sağlık ve üreme sağlığı meselelerini çalışmak için kurduğu UNFPA (United Nations Population Fund) hakkında detaylı bilgi almak ve çalışmalardan haberdar olmak isterseniz, bu adresi ziyaret edebilirsiniz.
REFERENCES
- 1. https://futurism.com/global-birth-rates-falling-precipitiously
- 2. https://www.un.org/en/observances/world-population-day
- 3. https://phys.org/news/2020-07-world-population-mid-century-major-shifts.html
- 4. https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(20)30677-2/fulltext