Uzun Yaşamın Sınırı ve “Latin Geni”
Olabildiğince uzun ve sağlıklı yaşamak hemen hemen herkesin isteği. 19. yüzyıldan bu yana tıbbın aldığı mesafe yaş ortalamasını hayli yukarılara çekti. Teknoloji modern toplumun yıpranma düzeyini en aza indirdi. Kozmetikçiler ve estetikçiler daha genç görünmek isteyenlere yeni formüller üretmeyi sürdürüyor. Diyetisyenler yeni beslenme metotlarıyla çıtayı daha yükseltmeyi hedefliyor. Gençlik ve uzun ömür için kimse boş durmuyor sanki. Çabalarımız bu yönde olsa da, uzun yaşamın da bir sınırı var diyor bilim insanları. New York’taki Albert Einstein Tıp Fakültesi’nden araştırmacıların bu “acı” gerçeği dile getirdikleri makale, Nature’da geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
Diyorlar ki, ABD’de bugün doğan bir çocuğun 79 yaşını görme olasılığı çok yüksekken, 1900’lerde doğan bir Amerikalı’nın ortalama yaşam beklentisi 47 yıldan öteye gidemiyordu. Ortalama insan ömrü özellikle 1970’lerden sonra hızla arttı, buna bağlı olarak “dünyanın en yaşlı insanının” ömrü de öyle… Ama bu artış 1990’larda durdu.
Makalenin yazarları Xiao Dong, Brandon Milholland ve Jan Vijg’in araştırmaları sadece ABD ile sınırlı değil. 40’tan fazla ülkede ölüm ve nüfus verilerini incelemişler. 1900’den bu yana, aynı yıl doğan ve 70 yaş ya da üzerinde yaşam süren kişilerin, her geçen yıl sayıca arttığını ve ortalama yaş beklentilerinin yükseldiğini görmüşler. Fakat, yine 1900 yılı sonrasında 100 yaş ve üzerinde hayatta kalma oranlarına baktıklarında, zirvenin 100 yaş sınırında dolaştığını ve 100 yaş sonrasında kişinin hangi yıl doğduğundan bağımsız olarak yaşanan yılın hızla azaldığını fark etmişler. Dr. Vijg’e göre bu durum, “insanın yaşam süresinin olası sınırlarından” kaynaklanıyor.
Ekip, IDL’de (International Database on Longevity – Uluslararası Uzun Yaşam Veritabanı) ”ölüm anında kaydedilen en uzun yaş” verilerini de incelemiş. Dört ülkeye; ABD, Fransa, Japonya, İngiltere’ye ve 1968 ile 2006 yılları arasında 110 yıl ve üzerinde yaşayan kişilere odaklanmışlar. “Süper yaşlıların” sayısının 1970’lerden 1990’ların başına dek hızla arttığını, 1995’te belli bir zirve yaptığını, 1997’de ise 122 yaşında ölen Fransız Jeanne Calment’in, şimdiye dek kaydedilmiş en uzun ömürlü insan olarak tarihe geçtiğini görmüşler.
Yaş 125, Yolun Sonu! Araştırmacılar, ölüm sırasında kaydedilen en yüksek yaş verilerini kullanarak, ortalama insan ömrünün son sınırını 125 olarak hesaplamış. Daha dolambaçlı bir biçimde söylemek gerekirse; belirli bir yılda dünyanın herhangi bir yerinde 125 yaşına ulaşabilmiş birini görme olasılığımız 10 binde 1’den daha az! “Enfeksiyonlara ve kronik hastalıklara karşı tıbbın geldiği aşama, ortalama yaşam beklentilerimizi elbette artırıyor” diyor Dr. Vijg, “buluşlar ve tıptaki atılımlar insan ömrünü bizim hesapladığımız sınırın ötesine çekebilir ama bunun için insan ömrünü belirleyen pek çok genetik değişkenin de üstesinden gelmeleri gerekir. Belki de insan yaşamını uzatma çabalarımızı sağlıklı yaşamı uzatmaya yönlendirmeliyiz, sonuçta yaşlılık da ancak sağlıkla mümkün.” Bir bilim insanından daha az sağduyulu bir cümle beklenemezdi elbette.
Hispanik Paradoks
Yaş konusuna 125 diyerek nokta koymak üzücü. Herkese biraz Latin şansı, pardon Latin geni dileyelim. Evet, Latin Amerikalılar, uzun yaşamaya dünya üzerindeki tüm etnik gruplardan birkaç adım daha yakınmış. Bu da bir başka bilimsel gerçek.
ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi verilerine göre, ABD’de yaşayan Latin Amerikalılar, ”beyazlara” (Kafkas ırkından olanlar) göre ortalama üç yıl daha fazla yaşıyormuş, yani 79’luk ortalama yaşam beklentisi onlar için 82! 2013 verilerine göre, herhangi bir yetişkin ve sağlıklı Latin Amerikalı diğer etnik gruplarla kıyaslandığında yüzde 30 daha az ölüm riskiyle karşı karşıya.
2016’ya gelirsek… Genome Biology’de yayımlanan yeni bir araştırmanın, insanın yaşlanma sürecinin yavaşlatılmasına dair umut barındırdığını söyleyebiliriz. En azından bir gün… Makalenin başyazarı Prof. Steve Horvath, UCLA David Geffen Tıp Fakültesi’nde insan genetiği çalışıyor. Latin Amerikalıların, diyabet ve diğer hastalıklardan yüksek oranda etkilenmelerine rağmen, diğer etnik gruplardan daha uzun yaşadığını belirtiyor. Bu durumu ”Hispanik paradoks” olarak adlandıran bilimciler bu çalışmalarıyla Latin Amerikalıların moleküler düzeyde neden daha yavaş yaşlandığını açıklamayı hedefliyor. Yavaş yaşlanma oranlarının, özellikle obezite ve enflamasyon gibi yüksek sağlık risklerini dengelediğini düşünüyorlar.
Bolivyalı “gençler”
UCLA ekibi, iki Afrikalı grup, Afro-Amerikalılar, Doğu Asyalılar, Latinler ve genetik olarak Latin Amerikalılarla akraba olan ve Bolivya’da yaşayan Tsimane’ler (Chimane) dahil yedi farklı etnik gruptan 6000’e yakın kişinin DNA örneklerinden 18 veri setini analiz etmişler. Etnisiteyle ilgili farklılıklar araştırmacıları epeyce şaşırtmış. Latin Amerikalılar, özellikle de Tsimane’ler diğer gruplardan çok daha yavaş yaşlanıyormuş.
Araştırma sonuçları, Bolivyalı Tsimane’lerin biyolojik yaşının, Latinlerden ortalama iki, beyaz etnik gruplardan dört yaş daha genç olduğunu gösteriyor. Bu grubun kalp hastalıkları, diyabet, yüksek tansiyon, obezite ve damar tıkanıklığına dair bulguları da hayli düşük. Tsimane’ler, enfeksiyona sık yakalanıyor ama modern toplumu esir alan pek çok kronik hastalığa karşı hayli sağlam durumdalar. Ortalama bir Tsimane kadını ise yaşamı boyunca dokuz çocuk sahibi olabiliyor.
Latin Amerikalı kadınların durumu, bir Tsimane kadını kadar olmasa da fena değil… Menopoz sonrası biyolojik saatleri, aynı yaştaki Latin olmayan kadınlara göre 2,4 yaş daha genç.
Ama her koşulda kadınlar erkeklere göre daha iyi durumda. Kadınların kan ve beyin dokuları aynı etnik gruptaki erkeklere oranla daha yavaş yaşlanıyor.
REFERENCES
- 1. http://www.nature.com/nature/journal/v538/n7624/full/nature19793.html
- 2. http://medicalxpress.com/news/2016-10-maximum-human-lifespan.html
- 3. http://m.medicalxpress.com/news/2016-08-true-latinos-age-slower-ethnicities.html
- 4. http://genomebiology.biomedcentral.com/articles/10.1186/s13059-016-1030-0