#

James Lovelock 103 Yaşında Gaia’ya Veda Etti

Bilim Dalları
Etiketler

İngiliz çevre bilimci, Gaia Teorisi’nin babası olarak bilinen James E. Lovelock, 103. doğum gününde (26 Temmuz 2022) hayata veda etti.

Lovelock, yalnızca bilim camiasında değil, popüler kültürde de kendisini meşhur eden Gaia Teorisi’ni 1960’lı yıllarda ortaya attı. 1970’lerde ise Amerikalı biyolog Lynn Margulis ile birlikte Teoriyi daha da geliştirerek, dünya üzerindeki yaşamın evrimine ilişkin oldukça farklı bir bakış açısı getirdi. Temelde önerdikleri şey Dünya’nın birbiriyle rekabet içinde milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yapan pasif bir kaya parçası değil, birbiriyle işbirliği de yapan bu canlılar sayesinde kendi kendini düzenleyen, böylece yaşamın devamlılığını sağlayacak koşulları dengede tutan, sürekli etkileşim içinde, ortak-evrim adı verilen bir süreçle devinen bir habitat olduğuydu.

Gaia, Antik Yunan mitolojisinde tüm yaşamın anası olan, Uranüs’le ilişkisinden Titanları, Kiklopsları, Devleri ve denizleri doğuran, Dünya gezegeninin bir anlamda vücuda gelmiş dişil hali olarak anlatılır. Dünyayı Kaos’tan çıkarıp yaşamı mümkün hale getiren Gaia’nın, böyle bir Teori için iyi seçilmiş bir isim olduğu söylenebilir.

Bu teori, meşhur evrim biyoloğu Richard Dawkins gibi birçok bilim insanını o günlerde açıkça çileden çıkardı. Dawkins, bunun özellikle Darwin’in Doğal Seçilim Teorisi’ne karşı kabul edilemez bir “günah” olduğunu savundu. Fakat, 2001 yılında Amsterdam’da bir araya gelen bilim insanları, gezegenimizin ‘‘fiziksel, kimyasal, biyolojik ve insan öğelerini kapsayan, kendi kendini düzenleyen bir sistem gibi çalıştığını’’ ilan etti ve böylece, Gaia Teorisi tartışmalarının kazananı, temelde, Lovelock ve Margulis oldu.

Gaia Teorisi, bilimsel düzeyde ise, biyosfer ve biyosferdeki canlı türlerinin küresel ölçekte sıcaklıklar, okyanuslardaki tuz oranı, atmosferdeki oksijen ve tercih edilen iç dengede hayatın devam etmesini sağlayan diğer etkenlerle nasıl bir ilişki içinde olduğunu inceliyor. Yani canlı ve cansız varlıkların dünya üzerinde en uygun koşulları yaratmak için bir arada nasıl hareket ettiğini.

Teorinin yansımaları yalnızca bilim camiasında değil, edebiyat ve sanat camiasında da geniş bir iz bıraktı. Tüm gezegenin, kabaca söylemek gerekirse tek bir organizma gibi hareket ettiği, yani bir nevi ‘canlı’ olduğu iddiası, bütün romantikleri derinden etkiledi. Lovelock’a kadar belki de çok küçük bir çevre tarafından tanınan Yunan tanrıçası Gaia, bundan sonra bütün dünyada bilinen bir karakter oldu. Ayrıca, sosyal bilimler, politika ve din çatısı altında, tam olarak elle tutulamayan “new age” bir felsefe ve hareket olarak da tarihteki yerini aldı.

Lovelock, 1919 yılında Quaker mensubu bir aileye doğdu. Çocukken, okuldaki bilim derslerini sıkıcı buluyordu, fakat halk kütüphanesinin zenginliğini küçük yaşta keşfetmişti. Astronomi, doğa tarihi, biyoloji, fizik ve kimya hakkında okuduğu kitapların yanı sıra, hayal gücünü tetikleyen bilim kurgu kitaplarına da hep ilgi duydu. Daha sonra, İngiltere ve ABD’de kimya, tıp ve biyofizik öğrenimi gördü. 1940’lı ve 50’li yıllarda Londra’daki Ulusal Tıp Araştırmaları Enstitüsü’nde çalıştı ve bu sırada sıcaklık farklarının canlılar üzerindeki etkilerini inceledi. Araştırmalarında hücre dokularını dondurup yeniden vücut ısısına getirmeyi denedi, hatta sıçanları öldürmeden dondurup yeniden hayata döndürmeyi başardı.

1960’ların başlarında NASA’nın Ay ve Mars programlarında görev alsa da, 1963’ten itibaren kariyerinin büyük bir bölümünü akademik kurumlardan bağımsız bir bilim insanı olarak geçirdi ve çalışmalarını kendi özel laboratuvarında yürüttü. 2000 yılında yazdığı otobiyografide şöyle diyordu: ‘‘Herhangi bir sanatçı ve edebiyatçı çok iyi bilir ki, bazı insanlar en iyi şeyleri ancak başkaları tarafından yönetilmediklerinde ortaya çıkarabilir.’’

Bu dönemde çevre bilimine en büyük katkılarından biri, atmosferde ozon tabakasına zarar veren kloroflorokarbonları (chlorofluorocarbons – CFC’ler) ve havadaki, topraktaki, sudaki kirletici maddeleri tespit eden ve miktarını ölçen oldukça hassas, elektron yakalama dedektörünü (Electron Capture Detector – ECD) icat etmesidir.

NASA için çalıştığı dönemde yaptığı araştırmalar, Gaia Teorisi’nin de temelinde yatan bazı önemli bulgulara ve yöntemlere ulaşmasını sağladı. Venüs ve Mars’ın atmosferindeki kimyasal bileşenleri incelediğinde, bu gezegenlerde yaşamın mümkün olmadığını görmüştü. Gaia Teorisi’nin de önemli bir kısmını, atmosferdeki bileşenlerin canlı sistemler sayesinde nasıl dengede tutulduğu oluşturuyordu.

Lovelock’ın biyografisi üzerine çalışan Amerikalı yazar Jonathan Watts, şöyle söylüyor: ‘‘Lovelock olmasaydı, şu anda gezegenimizin her yerinde gördüğümüz çevre hareketi çok daha geç başlar ve bambaşka bir yol izlerdi. 1960’larda geliştirdiği elektron yakalama dedektörü, soluduğumuz havada, içtiğimiz suda ve gıdalarımızı besleyen toprakta zehirli kimyasalların nasıl yayıldığını ilk defa o zamanlarda göstermişti. Stratosferdeki florokarbonların varlığını ilk kanıtlayan oydu ve petrol ürünlerinin iklimi değiştirdiğine, çocukların beyninde hasar yol açtığına dair ilk uyarıları da Lovelock yapmıştı.’’

Gaia Teorisi evrim biyologlarının sinirine dokunurken, Lovelock’ın bir diğer önerisi de çevre bilimcileri kışkırtıyordu. Bunun nedeni, nükleer enerjiye verdiği destekti. Lovelock’a göre atmosferdeki karbon dengesini bozan ve günümüzde küresel iklim krizi halini almış sera gazı salımını durdurmak için, diğer tüm enerji kaynaklarını terk ederek tamamen nükleer enerjiye dayalı bir topluma geçmemiz gerektiğini düşünüyordu. Tabii bu tutkunun tek nedeni fosil yakıtlar değildi. İnsan faaliyetlerinin Gaia’yı dengede tutan sistemlere ne kadar zarar verdiğini görüyor, insanların nükleer atıklardan ne kadar korktuğunu da biliyor, dolayısıyla nükleer atıkların terk edildiği yerlere en azından insanların girmeyeceği düşüncesiyle de bu görüşünü destekliyordu.

2004 yılında şöyle demişti: ‘‘Nükleer enerji karşıtlığı Hollywood tarzı kurguların, yeşil lobinin ve medyanın beslediği anlamsız bir korkuya dayanıyor. Bu korkuların bir dayanağı yoktur; nükleer enerji, ilk defa hayata geçtiği 1952 yılından bu yana tüm enerji kaynakları arasında en güvenli yöntem olduğunu kanıtlamıştır.’’

Bu görüşünü hayatının sonuna kadar savunmaya devam etti.

Son yıllarda Gaia’nın geleceğiyle ilgili çeşitli tahminlerde bulunmaya da devam etti. İki yıl kadar önce, biyosferin “hayatının son %1’lik dilimine girdiğini” açıklamıştı. İklim krizinin yol açacağı felaketlerden kaçınmanın mümkün olmadığını, biraz da ümitsizce, anlatmaya devam ediyordu. Son kitabında ise (Novacene: The Coming Age of Hyperintelligence), insanlığın evrim sürecinde biyoteknolojinin oynadığı role dair öngörülerde bulunmuş ve yeni, insanlardan daha güçlü bir “tür” olarak sayborgların (cyborg) dünyanın hakimleri olacağını iddia etmişti. Lovelock’a yakışır bir iddia.

Çoğu zaman bir felaket habercisi gibi görünse de, yakın çevresi tarafından oldukça neşeli, komik, hayata bağlı bir insan ve tutkulu bir konuşmacı olduğu söyleniyor.

 

 

 

 

 

 

 

REFERENCES

  • 1. https://www.theguardian.com/environment/2022/jul/27/james-lovelock-obituary
  • 2. https://phys.org/news/2022-07-james-lovelock-creator-gaia-ecology.html
  • 3. https://en.wikipedia.org/wiki/Gaia
  • 4. https://courses.seas.harvard.edu/climate/eli/Courses/EPS281r/Sources/Gaia/Gaia-hypothesis-wikipedia.pdf
  • 5. http://www.jameslovelock.org/about/
  • 6. https://www.theguardian.com/environment/2022/jul/27/james-lovelock-creator-of-gaia-hypothesis-dies-on-103rd-birthday