#

Koç Üniversitesi Araştırmacıları Çömleklerdeki Neolitik Sırrı Aydınlattı

Bilim Dalları
Etiketler

Birçok arkeoloğa meslek seçtiren Indiana Jones filmlerinden alışık olduğumuz macera dolu görüntülerin aksine, arkeologların hayatı çoğunlukla çanak çömlek peşinde geçer. Pişmiş toprak (seramik) çömlekler arkeoloji açısından oldukça önemli bulgulardır, çünkü binlerce yılın aşındırıcı etkilerine dayanabilir, içerdiği organik bileşikler sayesinde işlevleri öğrenilebilir, ait olduğu kültürün estetik, sanatsal ve dini değerlerine ışık tutabilir ve gündelik hayat alışkanlıklarına ilişkin önemli veriler sunabilir. Bu sorulara dair cevaplar peşinde koşan arkeologlar, çömleklerin ne amaçla kullanıldığını öğrenmek ister; bazıları oldukça renkli bezemelerle süslüdür ve yalnızca dini ritüeller sırasında kullanılmıştır, mezarlarda bulunan bazıları hiç kullanılmamıştır bile, daha sıradan gibi görünen birçoğu ise ticari malların taşınmasında veya gündelik hayatta yemek pişirmek amacıyla kullanılmıştır. Kimyasal analiz teknolojilerinin bilim insanlarına henüz yol göstermediği eski günlerde, kazılarda çıkan çömleklerin işlevi hakkında arkeologlara fikir veren şeyler bu çömleklerin formu, üzerindeki motifler ve tabii hangi bağlamda bulunduklarıydı ve bunlar günümüzde de geçerli yöntemler: Çömlek nerede bulundu, bir mezarda mı, yoksa sık sık ateş yakılmış bir ocağın yanında mı; üzerinde nadir bulunan dekoratif bezeme öğeleri var mı yoksa sade mi; biçimi nasıl?

Dr. Adrià Breu Barcons, Ufuk Avrupa Marie Skłodowska Curie Uluslararası Bursiyeri olarak Koç Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalarını yürütüyor. İngiltere’deki Bradford Üniversitesi’nde Arkeolojik Bilimler alanında yüksek lisansını tamamladıktan sonra, doktorasını Barselona Otonom Üniversitesi’nde yapan Dr. Adrià Breu Barcons’un araştırma konusu, eski dönemlere ait aşçılık ve yemek sanatlarını daha iyi anlamak üzere, tarih öncesi çanak çömleklerdeki organik kalıntıların toplanıp incelenmesine odaklanıyor. Çalışmaları arasında, geçmişteki pişirme sıcaklıklarını araştırmak üzere yeni biyolojik belirteçlerin geliştirilmesi, ayrıca Anadolu ve İber Yarımadası’ndaki Neolitik döneme ait çanak çömleklerin incelenmesi yer alıyor.

Kimyasal analiz yöntemleri ise bir çömleğin yapıldığı kilin mineral özelliklerinin yanı sıra, üzerinde kalmış çeşitli organik bileşen kalıntılarının kökenini öğrenmeyi sağlıyor. Yani, çömlek yemek pişirmekte kullanılmış mı? Eğer kullanılmışsa, içinde hangi gıdalar pişirilmiş? Bunlar arkeologlar için oldukça önemli sorular, çünkü hem bir çömleğin temel işlevine hem de belirli bir dönemde yaşamış insanların beslenme alışkanlıkları ve tarımsal faaliyetleri gibi gündelik hayat alışkanlıklarına ilişkin birçok cevap barındırıyor. Çömleklerin içinde kalan ve ısıya maruz kalmış yağ asitlerinin kimyasal analizi, bu yağ kalıntılarının hangi bitki veya hayvanlara ait olduğunu gösterebiliyor.

Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden Dr. Adrià Breu Barcons ve Doç. Dr. Rana Özbal, yakın zaman önce Journal of Archaeological Science dergisinde bir makale yayımlayarak, bu konuya ilişkin yeni bir perspektifi ve iki yeni biyogöstergeyi arkeoloji dünyasına kazandırdı. Akdeniz Havzası’nda İspanya’dan Türkiye’ye kadar birçok noktada, günümüzden 7-8 bin yıl öncesine ait Neolitik (Taş Devri) kazı alanlarında bulunan çeşitli seramik parçalarını inceleyen arkeologlar (Türkiye’de özellikle Trakya Bölgesi’nden altı numune ve Orta Anadolu’dan beş numune), bu seramik parçaları üzerinde nasıl ortaya çıktığını anlayamadıkları bazı organik bileşenler tespit etti. Bu çok uzun zincirli keto yağ asitleri ve ω-(2-alkylcyclopentyl) alkanoik asitler, yağları ısıya maruz bıraktığınız zaman ortaya çıktığı bilinen kimyasal tepkimelerle açıklanamıyordu. Araştırmanın yürütücülerinden Dr. Adrià Breu, ‘‘Elimizde, üzerinde bazı kalıntılar olan çeşitli numuneler vardı ve ne olduğunu anlayamamıştık’’ diyor ve ekliyor ‘‘Bunlar belki de yağları ısıl yolla değiştiren yemek pişirme yöntemlerinden kaynaklanıyordu ve biz de işin kimya boyutunu derinleştirerek ne olduğunu anlamaya çalıştık.’’ Gerçekten de, yağların bu yolla değişmesini sağlayan iki yeni kimyasal tepkime keşfettiler: Birincisi, çok uzun zincirli keto yağ asitleri ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir tepkime (doymuş yağ asitleri ve dikarboksil asitlerin ketonik dekarboksilasyonu), diğeri ise ω-(2-alkylcyclopentyl) alkanoik asitler ortaya çıkmasıyla sonuçlanan, tekli doymamış yağ asitlerinin siklizasyonu (halka kapanması).

Bu iki tepkimenin beklenen sonuçlar doğurup doğurmayacağını test etmek isteyen Breu ve çalışma arkadaşları, antik çömlek numuneleri ile zeytinyağı ve zeytin yaprağı gibi organik bileşenleri karıştırmış ve en az bir saat boyunca minimum 200 oC olmak üzere çeşitli sıcaklıklarda ve sürelerde pişirmiş. İşlem sonunda kalıntılar analiz edilince, bu iki bileşenin (uzun zincir keto yağ asitleri ve ω-(2-alkylcyclopentyl) alkanoik asitler) uzun süreli ısıl işlem sonunda seramik parçaları üzerinde oluşabildiği belirlenmiş. Böylece, antik dönemlerde ısıl işlem uygulanan seramik parçaları için iki yeni biyogösterge literatüre kazandırılmış.

Tabii ki, diyor Breu, “Bu yeni biyogöstergeler bir çömleğin yemek pişirmekte kullanılıp kullanılmadığını belirlemekte yeterli değil. Çünkü, yağ lambalarında da benzer organik bileşenler oluşabiliyor, ayrıca antik dönemde çömlekleri sırlamak için bazen hayvansal yağlar da kullanılmış. Dolayısıyla, söz konusu çömleğin tam olarak nerede ve hangi katmanlarda gün yüzüne çıkarıldığı da önemli; örneğin çevresinde hayvan kemikleri veya bitki tohumları veya polen kalıntıları var mı?”

Breu, bu iki yeni biyogöstergeyi Estonya’daki moleküler biyoarkeoloji konferansında sunduğu zaman oldukça ilgi gördüğü belirtiliyor. ‘‘Dinleyicilerin hepsi, veri tabanlarını inceleyerek daha önce bulunan seramik parçaları üzerinde bu moleküllere rastlayıp rastlamadıklarını kontrol edeceğini söyledi.’’

Bununla birlikte, arkeolojik çömlek kalıntıları üzerinde ısıl işlemle bozunmuş hayvansal yağlara ilk defa rastlanmıyor; bu konu 1990’lı yılların ortasında çalışılmaya başlanmış. Breu ve çalışma arkadaşlarının araştırması ise, daha önce tespit edilmemiş iki yeni lipid çeşidini ortaya koyuyor ve arkeoloji dünyasında bu bulgunun önemine ilişkin yeni tartışmalar açıyor.

Son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle birlikte disiplinlerarası sınırlar da bulanıklaşıyor. Artık arkeoloji yalnızca çömlek parçalarını görsel düzeyde incelemekle kalmıyor, moleküler düzeyde biyolojik ve kimyasal analizleri de araştırmalara katarak çok daha derin ve detaylı bulgulara ulaşabiliyor.

REFERENCES

  • 1. https://www.pnas.org/post/journal-club/modern-chemistry-reveals-hot-pots-neolithic-times
  • 2. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0305440323001346?via%3Dihub
  • 3.