
Güneş Sistemi’nde Yeni Keşifler
Başta James Webb olmak üzere gelişmiş uzay ve yer teleskoplarına, geçmişten günümüze, elde edilen bilimsel verileri değerlendirmenin yeni geliştirilen yöntemleri de eklenince, gözlerimiz derin uzaya, evrenimizin görülebilir sınırlarına kadar uzandı.
Popüler bilim yayınlarına bakıldığında, astronomi dünyasının ilgisi ötegezegenler, uzak kara delikler, evrenin sınırındaki galaksiler üzerinde gibi görünsede, Güneş Sistemimiz ile ilgili araştırmalar da son hızla devam ediyor.
Yakın dönemde komşu gezegenlerimiz ve sistemimiz ile ilgili yapılan keşiflerin, bizce en önemlilerine bir göz atalım.
Merkür
Yakın zamanda yapılan gözlemlerde, Güneş’e en yakın gezegen olan Merkür’ün yörüngesinde, ona eşlik eden bir toz halkası keşfedildi. Yayımlanan makalede Merkür yörüngesindeki tozun kökenini anlamaya çalışan bilim insanları, oldukça imkânsız görünen bu fenomeni tam olarak açıklayamadıklarını bildiriyorlar.
İç Güneş Sistemi’ndeki, Dünya da dahil olmak üzere, diğer kayalık gezegenlerin benzer toz halkası eşlikçileri olsa da, Merkür’ün yörüngesinde böyle bir oluşum imkânsız görülüyordu.
Güneş Sistemi’nin dış bölgelerinden Güneş’e doğru yolculuk eden toz parçaları, yolda çekim gücü yeterli gezegenleri geçerken, yörüngesel rezonansa girip, buralarda bir süre dolandıktan sonra merkeze doğru yollarına devam ederler. Dünya ve Venüs’ün toz halkaları bu şekilde oluşmuştur. Ancak Mars gibi Merkür’ün de çekim gücü düşük olduğundan, böyle bir toz kümesini yörüngesine çekebilmesi mümkün görünmüyor.
En akla yatkın ama kanıtlanmamış açıklama; yakın zamanda Merkür yüzeyine çarpmış asteroid ve kuyruklu yıldızlardan kalan taze tozların, henüz Güneş’e çekilmeden gözlenmekte olduğu…
Venüs
Yakın zamanda Venüs’ün Hareketli İç Dünyası adlı yazıda da bahsettiğimiz gibi kardeş gezegenimiz Venüs’ün tektonik yapısı ile ilgili bildiklerimiz neredeyse kökünden değişti. Venüs’ün birçok yanardağa ev sahipliği yaptığı biliniyor olsa da bunların tamamının sönmüş olduğu düşünülüyordu. Ancak bilim insanları bu volkanların geçmiş çalışmaların saydığının neredeyse 50 katı, yaklaşık 85.000’den fazla olduğunu keşfettiler.
NASA, 1990’larda Magellan görevi sırasında toplanan radar görüntüleri kullanılarak oluşturulan yeni bir harita sayesinde bu keşfi yaptı.
Görevden elde edilen veriler gezegenin yüzeyinde aktif volkanlar olduğunun doğrulamasına yardımcı olmasının yanında, uzmanlar, Venüs’ün yüzeyinin altında daha modern görüntüleme ekipmanlarıyla keşfedilebilecek çok daha fazla, hatta daha küçük volkanlar olabileceğini düşünüyor.
Jüpiter
2016 yılından beri Jüpiter’in yörüngesinde bu dev gezegeni ve uydularını incelemeye devam eden Juno uzay sondası, uzatılan görevinden bizlere nefes kesici görüntüler ve bilgiler iletmeye devam ediyor.
Juno, bugüne kadar gaz devinin kutuplarındaki geometrik şekilli fırtınaları, bulut katmanlarının yapılarını, Jüpiter’in atmosfer özelliklerini, manyetik alanını, kutup ışıklarının ve şimşek oluşumlarının Dünya ile benzerliğini gözler önüne inanılmaz netlikte sunmuştu. Gaz devinin etrafındaki 51. turunu tamamlayan araç, volkanik yapısıyla bildiğimiz Io uydusunun detaylı yüzey görüntüleri ile araştırmacıları etkiledi. Her turda yeni fotoğraflar çekilebilmesi sayesinde, karşılaştırma yapılarak bu ilginç uydunun volkanik faaliyetleri daha iyi anlaşılabiliyor.
Io’daki yüksek volkanik aktivitenin, Güneş Sistemi’ndeki en büyük gezegen olan Jüpiter’in, diğer büyük uyduları Europa ve Ganimede’ye karşı Io ile bir “çekişme” oyunu oynarken, muazzam yerçekimi etkisinin bir sonucu olarak ortaya çıktığına inanılıyor. Oluşan ezme ve sıkıştırma etkisi, Io’nun yüzeyinin 100 metre kadar yukarı-aşağı veya içeri-dışarı doğru şişmesine ve sıkışmasına neden olan muazzam gelgit kuvvetlerine yol açmaktadır.
Satürn
Bilim insanları, Satürn’ün yörüngesinde dönen 62 yeni uydu keşfettiler. Bu son keşiflerle toplam sayı 145’e çıkarak, Jüpiter’in 95 olan uydu sayısını geçti. Edward Ashton liderliğindeki uluslararası araştırma ekibi, “kaydır ve istifle” adlı bir teknik kullanarak, çapı 4,5 kilometre kadar küçük uyduları dahi bulabildiler.
Kaydır ve istifle adı verilen teknik, bir uydudan gelen sinyali belirginleştirmek için gökyüzünde hareket ettiği hızda değişen bir dizi görüntü kullanır. Tekli görüntülerde fark edilemeyecek kadar sönük olan aylar, ortaya çıkan istiflenmiş görüntüde kendilerini gösterebilir.
Uydular
Satürn ve Jüpiter, Güneş Sistemimizdeki en büyük iki gezegen, yani aynı zamanda, yakınlarından geçen uzay kayalarını yörüngelerine sokabilecek kadar fazla yerçekimine de sahiptirler.
Bu iki gaz devinin birçok uydusu arasında, Güneş Sistemimizdek en büyüleyici uydulardan bazıları yer alıyor; bunlar arasında dünya dışı yaşama potansiyel olarak ev sahipliği yapmak için güçlü bir aday olan Satürn’ün Enceladus’u ve kendi manyetik alanıyla Güneş Sistemimizdek en büyük uydu olan Jüpiter’in Ganymede’si bulunuyor.
NASA’nın Voyager uzay aracından gelen verilerin yeniden analizi ve yeni bilgisayar modellemesi, NASA bilim insanlarının Uranüs’ün en büyük dört uydusunun muhtemelen çekirdekleri ve buzlu kabukları arasında bir okyanus katmanı içerdiği sonucuna varmasına yol açtı. Uranüs’ün beş büyük uydusunun – Ariel, Umbriel, Titania, Oberon ve Miranda – hepsinin iç yapısını ve bu yapıların evrimini detaylandıran ilk çalışmadır. Çalışma, aylardan dördünün onlarca kilometre derinliğinde olabilecek okyanusları barındırdığını gösteriyor.
Dış güneş sistemi muhtemelen üzerlerinde sıvı su okyanusları olan uydularla doludur ve bazılarının derinlerinde jeotermal su-kaya etkileşimleri olabilir. Dünyamızda bu tip bölgeler, okyanusların en derinlerinde bile, alışılmadık çeşitlilikte yaşam kaynağı noktaları olarak biliniyor. Biz dahil, tüm Dünya yaşamının bu kaynaklardan geldiğine dair fikirler de oldukça kabul görüyor.
Buna bağlı olarak, Europa ve Enceladus’ta, Ganymede’nin yer altı tuzlu su okyanusunda, Titan’ın metan ve etan nehirlerinin altında ve belki de cüce gezegenler Ceres ve Pluto’nun en derin kraterlerindeki tuzlu sularda yaşam gelişebilir. Araştırmacılar, okyanus dünyalarının buzlu kabuklarının sıvı su ve belki de mikroplarla dolu gözenekler bile içerebileceğini söylüyor.
Sınıra Doğru
Onuncu gezegen
Bir zamanlar 10. gezegen olması gerektiği için Planet X olarak adlandırılan ancak Plüton’un cüce gezegen statüsüne alınmasıyla sistemimizin gizemli 9. gezegenini bulma çabaları devam ediyor.
Dünya’nın birkaç katı büyüklüğünde, Güneş’ten Neptün’e göre 20 kat uzakta olması beklenen bu gezegen, bütün hesaplarda kendini göstermesine rağmen, şimdiye kadar hiçbir araştırmada gözlenemedi.
Başka bir kanıt, Uranüs ve Neptün de dahil olmak üzere birçok dış gezegenin yörüngelerinin biraz düzensiz olduğu gerçeğinden geliyor. Bu, dış güneş sisteminde yörüngelerini bozan başka büyük nesnelerin olabileceğini düşündürüyor.
2021’de devreye giren Şili’deki Vera C. Rubin Gözlemevi (VRO), geçen yıl binlerce Kuiper kuşağı nesnesini daha tespit etmesi beklenen 10 yıllık bir gökyüzü araştırmasına başladı.
Yörüngelerinin yakından incelenmesi, Gezegen X’in varlığını doğrulayabilir veya reddedebilir ve kökeni ve konumu hakkında ipuçları sağlayabilir.
Gizemli Halka
Gökbilimciler, Güneş Sistemi içinde tamamen yeni bir halka sistemi keşfettiler. Halka, Plüton’un yaklaşık yarısı büyüklüğünde ve Neptün’ün ötesinde bulunan Quaoar’ı çevreliyor. Bu keşfedilen, Güneş Sistemi’ndeki yedinci halka sistemi, çevrelediği cüce gezegenden o kadar uzaktadır ki, araştırmacılar varlığını imkânsıza yakın olarak nitelendiriyor.
Halka sistemlerine sahip önceden bilinen altı gezegenin tümü, gezegenin yüzeyine oldukça yakın olan halkalara sahiptir. Quaoar’ı çevreleyen bu yeni sistem, halka oluşumu teorilerimize gerçekten meydan okuyor.

İkinci Kuiper Kuşağı
NASA’nın New Horizons Bilim Ekibi’nin yaptığı bir sunum, Güneş Sistemimizin aslında ikinci bir Kuiper Kuşağı’na sahip olduğunu kuvvetle öne sürüyor ve New Horizons uzay aracı birkaç yıl içinde onu ziyaret edecek.
Kuiper Kuşağı’nın içlerine doğru seyahat eden NASA’nın New Horizons uzay aracı, 2019’da ikinci hedefi olan Kuiper Kuşağı Nesnesi (KBO) Arrokoth’un yanından uçtuktan sonra dört yılı aşkın süredir gözlemlerini yapmaya devam ediyor.
Uzay aracı şu anda Dünya’dan 55 astronomik birimden (AU, ortalama Dünya-Güneş mesafesine eşit) daha uzakta. Elde ettiği veriler incelendiğinde bazı nesnelerin yörüngeleri, ikinci Kuiper kuşağına ait KBO’lar olması şüphesini uyandırdı. New Horizons, 2020’lerin sonu / 2030’ların başında ikinci kuşak bölgesinde olacak.
REFERENCES
- 1. https://eos.org/articles/mercury-isnt-alone-in-orbit-and-scientists-dont-know-why
- 2. https://iopscience.iop.org/article/10.3847/PSJ/acb52e
- 3. https://www.bbc.co.uk/newsround/64999841
- 4. https://www.science.org/doi/10.1126/science.abm7735
- 5. https://www.space.com/nasa-juno-jupiter-io-volcanic-moon-images
- 6. https://www.reuters.com/science/nasa-spacecraft-documents-how-jupiters-lightning-resembles-earths-2023-05-24/
- 7. https://www.jpl.nasa.gov/news/new-study-of-uranus-large-moons-shows-4-may-hold-water
- 8. https://nasawatch.com/space-science-news/there-may-be-a-second-kuiper-belt-and-new-horizons-is-headed-there/
- 9. https://www.livescience.com/impossible-new-ring-system-discovered-at-the-edge-of-the-solar-system-and-scientists-are-baffled