Balıklar Elektrikli Rüyalar Görür mü?
Çekiç başlı köpekbalıklarının veya testere balıklarının neden bu kadar ilginç bir anatomiye sahip olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Evrim sürecinde kazanılan becerilerin canlı anatomisini değiştirdiğini veya değişen anatomiyle birlikte yeni beceriler kazanıldığını, bunun da söz konusu canlının çevresiyle kurduğu ilişki veya değişen çevre koşullarından kaynaklandığını biliyoruz.
Çekiç başlı köpekbalıklarına gelmeden önce, bu ilginç anatominin arkasında yatan neden üzerine çok çalışılmış başka bir canlıdan bahsedebiliriz: fil balıkları.
Fil balığı veya fil burunlu balık (Mormyridae), genelde bulanık tatlı sularda yaşayan ve geceleri avlanan, garip burun yapısı nedeniyle bu adı alan bir canlı. Bilim insanlarını heyecanlandıran esas özelliği ise, elektrolokasyon becerisi. Kuyruğunda bulunan özel bir organ sayesinde, çevresinde çok kısa ve hızlı bir elektrik “nabzı” oluşturabiliyor ve bunu saniyede 80 defa yapabiliyor. Balığın bütün cildi, özellikle de bu adı almasını sağlayan burnu (ki aslında bu bir burun değil, çene), elektrik reseptörleriyle dolu. Oluşturdukları elektrik akımının çevrelerindeki canlılar ve nesnelerden geri dönen yansımasını veya bu elektik alanını nasıl değiştirdiğini bu algılayıcılar sayesinde tespit edebiliyor. Bu sayede, bir nevi “görüyor” ve hem avlanabiliyor hem de av olmaktan kurtulabiliyor. Nesnelerin veya canlıların mesafesini ölçebiliyor, şeklini tanımlayabiliyor, hangi malzemeden yapıldığını anlayabiliyor, hatta ölü mü canlı mı olduklarını dahi fark edebiliyor. En sevdiği besin olan sivrisinek larvalarını kumun altında saklandıkları yerden bulup çıkarabiliyor. O kadar başarılı ki, kumun altında saklanan şeyin bir sivrisinek larvası mı, yoksa başka bir canlı mı olduğunu da anlayabiliyor.
Eğer balığın rastladığı nesne, sudan daha az iletken ise (örneğin bir kaya gibi), elektrik akımı bu nesnenin etrafından dolaşıyor. Elektrik akımının yoğunluğu noktasal olarak azaldığı için, balığın cildindeki reseptörlerde bir “gölge” oluşuyor. Eğer balığın karşısına çıkan şey sudan daha iletken ise (örneğin başka bir balık), elektrik akımı daha az direnç gösteren bu balığın içinden geçiyor ve böylece elektrik akımının yoğunluğu noktasal olarak artıyor, balığın cildindeki reseptörlerde bir “parlaklık” oluşuyor.
Bu duyuyu balığa kazandıran reseptörler, tabanında bir grup algılayıcı hücre olan yaklaşık 0,1 mm çapında, su kabağı biçiminde oyuklar. Hayvanın cildi üzerinde bu reseptörlerden yaklaşık 15 bin adet bulunuyor. Bu algılayıcı hücreler minyatür birer voltmetre gibi çalışıyor ve binlerce reseptör taşıyan derisi üzerindeki voltaj düşüşünü algılıyor. Böylece içinde bulunduğu ortamın çok net bir tablosunu çizebiliyor.
Elekto-lokasyon becerisi veya duyusu bu kadar gelişmiş tek balık fil balığı değil. Yine bilim insanlarının üzerinde birçok deney yaptığı bir diğer tür, bıçak balığı (Gymnotodiaea). Boyu 30 ile 90 cm arasında değişen bu balık da kuyruğundaki elektrik organı sayesinde çevresinde sabit bir elektrik alanı oluşturabiliyor ve böylece çevresinde olup biteni algılayabiliyor. Fakat, bu elektrik alanının kısıtlı bir mesafeyi kapsadığını unutmamak gerekiyor. Elektro-lokasyon, yalnızca birkaç santimetre ötesini algılamasını sağlayan bir duyu. Bazı durumlarda daha fazla enerji sarf ederek elektrik alanını genişletebilse de, bu ancak ölüm kalım meselesi olduğunda kullandığı bir özellik. Bu nedenle, bıçak balıkları geri geri yüzme becerisi de kazanmış. Yani elektrik akımı sayesinde son anda fark ettikleri bir avı kaçırmamak için dönüp gelmek yerine, geri geri yüzerek avını kaybetmemeyi başarıyor.
Bu noktada, elektro-lokasyon becerisi size tanıdık gelmiş olabilir. Eko-lokasyon adı verilen ve en meşhur kullanıcısı yarasalar olan bu beceri de çok benzer bir prensip ile çalışıyor. Ses dalgalarının yansımasına göre yolunu bulmak ve avlanmak (Bunu su altında yapan canlılar olduğunu da biliyoruz, balinalar ve yunuslar gibi). Aradaki fark, elektrik akımı yerine ses dalgaları yaymak ve yansımaları algılamak için elektro-reseptörler yerine kulakları kullanmak.
Elektro-lokasyon, aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılıyor. Aktif elektro-lokasyon, fil balıkları ve bıçak balıklarının yaptığı gibi, çevreyi algılamak için aktif olarak elektrik akımı yaymaya ve bu akımdaki değişimi reseptörler aracılığıyla algılamaya dayalı bir teknik. Pasif elektro-lokasyon ise, yalnızca diğer canlıların yaydığı elektrik alanını tespit etmeye yarıyor.
Çekiç başlı köpekbalıklarının veya testere balıklarının neden bu kadar ilginç bir anatomiye sahip olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? İşte bunun cevabı pasif elektro-lokasyon. Bu canlıların kafasındaki elektro-reseptörler, anatomileri sayesinde mümkün olduğunca geniş bir alanı tarayarak avlanmalarını sağlıyor. Çekiç başlı köpekbalığı, deniz tabanında kafasını sağa sola döndürerek dolaştığında, aslında kumun altında saklanan canlıları arıyor. Testerebalığının “testeresi” ise bedeninin neredeyse üçte birini oluşturuyor herhangi bir avı erkenden tespit ederek, testere üzerindeki yatay dişleri sayesinde hızla parçalayabiliyor.
Bazı canlılar ise bu duyuyu bir silaha dönüştürmüş. Elektrikli yılan balığı (Electrophorus electricus adından da anlaşılacağı gibi), tıpkı fil balığı veya bıçak balığı gibi zayıf bir elektrik akımıyla avını tespit ediyor, fakat sonra güçlü bir elektrik akımı oluşturarak avını etkisiz hale getiriyor. Muhtemelen bu nedenle, elektrik organı diğer türlere kıyasla çok daha büyük.
Bu becerinin neredeyse yalnızca su canlılarında olması şaşırtıcı değil, çünkü su, havadan binlerce kat daha iletken bir ortam. Yine de tüm deniz canlıları arasında nispeten az sayıda balığın bu beceriye sahip olması da beklenmedik bir gerçek. Mesela bazı yayın balıklarının pasif elektro-lokasyon becerisi olduğu, hatta bunların elektrik balıklarıyla beslendiği biliniyor. Güney Amerika’da yaşayan Guiana yunusunun da elektrik reseptörleri var, fakat yalnızca 8-14 adet. Bazı vatoz türleri de elektrik akımı oluşturabiliyor.
Fakat, pasif elektro-lokasyon becerisi için gereken reseptörler bazı kara canlılarında veya iki yaşamlılarda da var. Örneğin, semenderler ve ornitorenkler (ornitorenklerin ördeğe benzer gagalarında 50 bin elektro-reseptör bulunuyor). Ornitorenklerin yakın akrabası dikenli karıncayiyengillerden ekidne (Echidnas) memelisinin de burnunun ucundaki elektro-reseptörler sayesinde nemli toprak altındaki böcekleri bulduğu ve avladığı düşünülüyor.
Bu yetenek yalnızca avlanmak için değil, muhtemelen iletişim kurmak için de kullanılıyor. Örneğin alanını korumak ve çiftleşmek için. İlginç bir konu ise, iki bıçak balığı (Sternopygidae) yan yana geldiğinde elektrik akım frekanslarını değiştirmeleri. Böylece muhtemelen iki balığın da elektro-lokasyon becerisi sekteye uğramıyor.
Elektro-lokasyon, gezegenimiz üzerinde yaşayan canlıların çevresini algılamak için geliştirdiği çeşitli yöntemlerden yalnızca biri. Biz insanlar olarak böyle bir duyuya sahip olmadığımız için, bu duyuya sahip olan canlıların reseptörlerden gelen sinyalleri beyinlerinde nasıl işlediğini ise bilmiyoruz ve muhtemelen hiçbir zaman da öğrenemeyeceğiz. Bu yalnızca elektro-lokasyon için değil, diğer bütün duyular için de geçerli. Kimi canlılar bizden çok daha tiz veya pes sesleri duyabiliyor, bazıları kızılötesi ışınları görebiliyor, bazıları titreşimleri algılayabiliyor. Bu becerileri fizyolojik olarak tanımlayabilsek ve anlayabilsek de, bu canlıların dünyayı nasıl gördüğünü, kavradığını ve yorumladığını bilmemiz maalesef olanaksız görünüyor. Daha henüz insanlar olarak bile birbirimizi yeterince anlayamadığımızı düşünürsek, diğer canlılarla aramızda dağlar kadar mesafe olduğunu söyleyebiliriz herhalde.
REFERENCES
- 1. http://nelson.beckman.illinois.edu/electrolocation.html
- 2. https://www.sci.news/biology/elephantnose-fish-electric-colors-prey-06632.html
- 3. https://evrimagaci.org/yumurtlayan-memeli-ekidne-7591
- 4. https://www.britannica.com/animal/knifefish
- 5. https://en.wikipedia.org/wiki/Electroreception_and_electrogenesis
- 6. Yong, Ed, 2022, ‘‘An Immense World: How Animal Senses Reveal the Hidden Realms Around Us’’, Random House.