#

Robotlar İşçilere Karşı

Science Fields
Tags

Koç Üniversitesi tarafından bilimin gelişmesini teşvik etmek amacıyla Türkiye’nin yetiştirdiği yurt içinde veya dışında evrensel bilgi birikimine katkıda bulunan başarılı ve öncü bilim insanlarını ödüllendirmek üzere verilen “Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası” bu yıl da sahibini buldu. Ödül,  İdari, Sosyal, İnsani Bilimler ve Hukuk” alanında tüm dünyada ses getiren çalışmaları ile Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun oldu.

KURIOUS – Öncelikle tebrikler; bu yıl Koç Üniversitesi tarafından ikincisi verilen Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nın sahibi oldunuz.

DARON ACEMOĞLU – Çok teşekkürler.

– “Klasik büyüme ve kalkınma kuram ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımınız” bu ödülü almanızın nedenlerinden biri. Peki, sizin kuramlarınızı klasik olandan farklı kılan nedir? Önceden denklemde yer almayan neydi?

İktisat biliminde büyümenin önemi çok açık. Bu konuda çok değişik yaklaşımlar var, ama bundan 15-20 sene öncesine kadar büyümenin nedenleri daha çok ekonomik faktörlerde aranıyordu. Örneğin, fiziksel kapitalin artması, insani kapitalin ortaya çıkması ve fiziksel kapitali tamamlaması ya da teknolojik faktörler gibi. Bunlar tabii ki, çok önemli ama bu denklemde eksik olan, siyasi ve ekonomik kurumların beraber çalışmaları, birbirleriyle çatışmaları ve bunların ekonomik faktörleri nasıl etkilediğiydi. Benim ve başka birçok insanın bu konuya son 25-30 senedir getirdiğimiz yenilikler, daha çok bu siyasi faktörlerin ekonomiyi nasıl etkilediği ve kurumsal yapıların ekonomiyi bir taraftan yönlendirip bir taraftan da içsel kaynak (endojen) olarak nasıl değiştiklerini anlamak oldu. Örneğin, klasik büyüme teorisine bakarsınız demokrasi varmış, yokmuş ya da başka siyasi kurumlar hakimmiş… Bunların hiçbir önemi yok. Oysa, 19. yüzyıl Avrupası’na bakarsanız, bu ekonomik sürecin siyasi değişmelerden tamamen ayrılamayacağı ve demokrasinin burada ortaya çıkmasının sadece dışarıdan gelen unsurlara ya da insanların fikirleri ve ideolojilerindeki değişikliklere bağlı olmadığı; daha çok ekonomik yapının değişmesinin ortaya çıkardığı bazı çatışmaları, problemleri çözmek için ortaya çıkan bir kuramsal süreç olduğu görülebilir. Ama aynı zamanda bu kuramsal sürecin de ekonomik büyümeye, özellikle insani kaynaklara, teknoloji yapısına ve gelir dağılımına olan etkisini ve bizim denklemimizin bir parçası olması gerektiğini vurguladık. Ve bunları hem matematiksel olarak bir büyüme teorisinin içine nasıl katabiliriz hem de tarihsel ve istatistiksel olarak bunların değişik yönlerini destekleyen ya da anlamaya çalışan araştırmaları nasıl geliştirebiliriz konularında çalıştık.

Otomasyon, bulut bilişim, büyük data, mobil hesaplama, makine öğrenmesi… Bunlar günümüzde işgücü piyasalarını ve çalışma ekonomisini bire bir etkileyen/etkileyecek görece yeni unsurlar. Bu konuda birçok tartışma sürüyor; bazıları ücretler ve işgücü üzerinde olumsuz etkiler doğuracağını söylerken, bazıları da yeni işkollarının yaratılmasına yol açacak diyor. Siz bu yeni çalışma modelleri ışığında geleceği nasıl resmediyorsunuz?

Bunu sorduğunuza çok sevindim, çünkü en çok odaklandığım konulardan biri teknoloji. Nasıl ki, kurumları düşünürken tek boyutlu değil, çok boyutlu düşünmek lazımsa, teknoloji de öyle düşünülmeli. Özellikle benim son 20 – 25 senede teknolojiye olan bakış açımın en önemli unsurlarını teknolojik gelişmelerin bazı insanların ücretlerini artırırken, bazılarınınkini düşürebileceği ya da bazılarının işsiz kalmalarına yol açabileceği, ekonomik şartlarını zorlaştırabileceğini vurgulamak oluşturuyor. Aynı zamanda bunları da hesaba katıp, teknolojinin de endojen olarak nasıl geliştiğini irdelemek üzerine çalışıyorum. Bu yaklaşım aslında otomasyon konusunda çok işe yarayan bir yaklaşım diye düşünüyorum. Çünkü bir açıdan ekonomistlerin özellikle makro iktisatta kullandığı basit teknoloji yaklaşımına göre, teknoloji sonuçta her zaman üretkenliği artırdığı için iş gücüne de yardımcı olur. 100 – 200 senedir insanlar “Teknoloji geliyor, iş dünyasını nasıl değiştirecek?” diye endişelendiğinde birçok ekonomistin söylediği şey, bunun olamayacağı çünkü onların yaklaşımında teknoloji her zaman üretkenliği artıracak, üretkenlik de insanlara faydada bulunacaktır. Benim özellikle son 10 senedir çalıştığım konulardan biri de, teknolojinin ekonomi üzerindeki etkisini biraz daha değişik bir şekilde anlamaya çalışmak. Özellikle teknolojinin yalnızca üretkenliği artıran bir unsur değil, aynı zamanda ve hatta daha da önemli olarak iş gücünün yaptığı çok mikro aktiviteleri otomatiğe geçirip bunların makineler tarafından yapılmasını sağlayan bir unsur olarak konumlandırılması. Bunu böyle düşündüğünüz zaman çok açık olarak ortaya çıkıyor ki, aslında teknoloji her zaman iş gücünün bir kısmının elindeki işi alacak ve ücretlerine negatif etkilerde bulunacak bir potansiyele sahip. Peki, ama böyleyse neden 20. yüzyılın çoğunda teknolojik gelişme ve üretkenlik artışı ile ücretlerinin artması el ele gitti? Bunun nedeni aynı zamanda yeni aktivitelerin de ortaya çıkmasıdır. Yani iki kulvar var koşulan; bir kulvarda otomasyon var, diğerinde de bazı işçilerin üretken bir şekilde çalışabileceği aktiviteler. Bu ikisi aynı hızda devam ettiği sürece ekonomi hem büyüyor hem de gelir dağılımına olan etkiler çok çok negatif değil. Ama bu çizdiğim çerçeve aynı zamanda şunu ortaya çıkarıyor: Teknoloji her zaman iyidir ya da teknoloji işçilere olan ihtiyacı ortadan kaldıracak gibi uç noktalar yerine, daha ortada bir şey düşünmemiz lazım. Teknolojinin her zaman yıkıcı bir rolü var, ama bu yıkıcı rol yeni yapılan, yeni ortaya çıkan endüstrilerle dengeye getiriliyor. Fakat bu denge her zaman oluşacak diye bir kural yok; özellikle geçtiğimiz otomasyon dalgası çok hızlı ilerlediği için dengenin bir ayağı olduğu yerde dururken öbür ayağı yukarı kalkmış durumda. Yani gerçekten de otomasyonun şu anda işçilerin üzerinde negatif bir etkisi var. Bunu nasıl daha iyi hale getirebiliriz diye düşünmek lazım. Ama panik olup da bundan sonra işçilere hiç iş kalmayacak, her şeyi robotlar yapacak gibi uç noktalara getirmenin anlamı yok. Bunu ne veriler destekliyor ne de kavramsal olarak getirdiğimiz çerçeve.

Zaten öyle bir durumda “makine kırıcılığı”* gibi bir tepkiyle bile karşılaşabiliriz belki de?
“Makine kırıcılığı” çok daha önce de olabilir ve bu dengesizliğe aslında o açıdan da bakmak lazım. Yani bu dengesizliğin getirdiği bazı büyük problemler var. İlki, kaynaklarımızı iyi kullanmıyoruz, ikincisi gelir dağılımını kötüleştiriyor ve bu da, refah açısından iyi bir şey değil. Üçüncüsü de, bunların hiçbirini kale almasanız bile, sürekli bir şekilde büyümek için iyi bir yol çizmiyor. Çünkü eğer bu dengesizliği ortadan kaldırmazsanız, büyük bir reaksiyonla karşılaşılacak ve makineleri kırmak (Luddism) da daha önce tarihte yaşanmış bir örnek.
*19. Yüzyılın başlarında, dokuma işçilerinin işlerini ellerinden aldığı kaygısıyla protesto amacıyla dokuma makinelerini tahrip ettiği hareket.

Daron Acemoğlu Koç Üniversitesi'nde "Robotlar ve İşler: ABD İşgücü Piyasasından Kanıtlar" adlı bir seminer verdi.

Peki, sonuçta teknolojinin üretkenliğin ve ücretlerin artışına etkisi mümkün mü diyorsunuz?

Kesinlikle evet. Zaten, 100 senedir görüyoruz bunu. Ama bu mümkünlük aynı zamanda teknolojinin de negatif etkileri olmayacak demek değil. Yani biraz dikotomi var popüler medyada; ya teknoloji hep iyi, ya da teknoloji hep kötü deniyor. Ama aslında ikisinin ortası.

Yeni çalışma ve iş modelleri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik olarak da yeni durumları beraberinde getirecek herhalde değil mi?

Tabii, görüyoruz zaten. Hem küreselleşme hem teknolojik olarak ortaya çıkan tahribatları hesaba katmadan Avrupa’da olanları, Amerika’da olanları anlamamız mümkün değil.

Peki, sanıyorum son makalelerinizden birindeydi, enformasyonun ya da bildirimin trafik sıkışıklığına etkilerinden bahsediyorsunuz. Burada nasıl bir sorundan yola çıktınız?

Bunların hepsinin bir bakış açısının ürünleri olduğunu düşünebiliriz. Yani teknoloji çok büyük nimetler getiriyor ama aynı zamanda beklemediğimiz birçok etkileri de olacak. Bu beklemediğimiz sonuçların olmasının nedeni, gelir dağılımına ve siyasete olan etkileri ile aynı zamanda organizasyonu tamamen değiştirdiği için insanların da bunlara değişik şekilde yanıtlar verecek olması. Bunları hesaba katmamız lazım. Mikro ölçekte bazı alanlarda bunu anlayabiliriz; trafikte olduğu gibi. Daha geneldeyse, tıpkı yukarıda konuştuğumuz gibi gerçekleşebilir.

Ödül almanın gurur vericiliği bir yana, ödüllerin başka ne tür getirileri oluyor araştırmacılar için? Fon bulmakta faydası oluyor mu? Başka çalışma ekipleriyle bir araya gelinmesine fayda sağlıyor mu?

Genelde ödüller başka insanlara fikirlerinizi ulaştırmanın bir parçasıdır. Bu fikirler yeni insanlara ulaşınca ve yeni insanlarla tanışınca yeni ufuklar da açılıyor tabii.

Peki, son sorumuz. Genç bilim insanlarının sizce en önemli gereksinimleri ya da onları cesaretlendirecek, atılması gereken önemli adımlar nelerdir?

Elbette kaynaklar çok önemli ama tek başına yeterli değil. Dünyaya açık olmak, dünyadaki gelişmeleri vakitlice anlayabilmek, onlara reaksiyon gösterebilmek çok önemli. Kaynakları sağlayıp da, tamamen bir “ada” haline gelirseniz elinizdekiler hiçbir işe yaramaz. Aslında bunların ikisi de yeterli değil. Bilimin en önemli konularındaki gelişmeler, insanların değişik düşünebilmelerinden besleniyor. Değişik düşünmek için de özerklik, özgürlük, değişikliği destekleyici kurumsal yapılar önemli. Örneğin Çin’de görüyoruz, milyarlarca, yüz milyarlarca para akıyor üniversitelere. Ama yapılan bilime bakarsanız hâlâ çok düşük kalitede. Kesinlikle açıklık, var kesinlikle kaynak var ama özerklik yok. Baskı çok fazla, değişik düşünmeye karşı büyük bir şüphe var. Bir diğer unsur da, başarılı olmak için insanların kendi düşüncelerini körlemesine değil belki ama, kendilerine güvendikleri konularda biraz bastırıp, kendi yollarını izlemeleri lazım. Bunun için de dediğiniz gibi cesaret lazım. Bu dört faktörün bir araya geldiği bir ortam yaratmak da çok zor tabii. Toplumda böyle şeylere değer verilmiyorsa, üniversitelerin kendi başlarına yaratmaları mümkün değil, ama yine de üniversiteler elbette belli bir mikrokozmos yaratıyorlar bunlar için.