#

Aslanın Karıncayla İmtihanı: Bir Ekoloji Öyküsü

Bilim Dalları
Etiketler

Ekoloji bilimi (Yunanca ‘oikos’ = ‘ev’; ‘logos’ = ‘bilim’), meşhur Britannica Ansiklopedisi’ndeki tanımına göre, ‘‘canlı gruplarının çevreleriyle ilişkisini inceleyen bilim dalı’’ olarak açıklanabilir. Oldukça hassas dengeler üzerine kurulu ekosistemlerse, genel kanının aksine “bir halkası koptuğunda parçalanan” sistemlerden ziyade “bir öğesi zarar gördüğünde yeni bağlantılar kuran ve değişerek kendine yeni dengeler bulan bir ağ” olarak tanımlanabilir. Kenya’daki bir doğa koruma alanında şu günlerde yaşanmakta olan bir değişim, dengelerin (çoğunlukla insan etkisiyle) nasıl değişebileceğine ilişkin hem ilginç ve aydınlatıcı hem de endişe verici bir örneği gözler önüne seriyor.

Önce, Kenya’daki söz konusu ekosistem ve ekosistemdeki canlı ilişkilerine dair sahneyi biraz tasvir edelim.

Doğu Afrika’nın savanalarında (Ekvator kuşağındaki otsu bitkilerle kaplı çayır) yaşayan ve rüzgârda çıkardığı sesler nedeniyle çıngıraklı akasya olarak bilinen bir ağaç türü (Vachellia drepanolobium), birçok ekosistemde karşılaştığımız ortakyaşam (simbioz) kavramının oyuncularından biri. Bu akasya türü, top gibi şişkin dikenleri arasında yaşayan ve ağacın nektarıyla beslenen dört farklı karınca türüne ev sahipliği yapıyor. Bu karıncalar, ağacın leziz yapraklarına dadanan fil, zürafa ve gergedan gibi otçul hayvanlara saldırarak ağacı (ve kendi besin kaynaklarını) koruyor. Bu sayede savanaların bu dayanıklı, güçlü ve bereketli ağacı karıncaların yanı sıra birçok kuş türüne ev sahipliği yapmaya ve çeşitli diğer canlılara fayda sağlamaya devam ediyor.

Güney Afrika’dan yaklaşık 15 yıl önce Kenya’ya gelen ve İngilizcesi “koca kafalı karınca” olan istilâcı bir karınca türü ise (Pheidole megacephala) bu dengeyi alt üst etmeye başlıyor. Böceklerden küçük kuşlara kadar birçok hayvanı avlayabilen ve akasya karıncalarının hiç de karşılaşmak istemeyeceği bu saldırgan yabancı, çıngıraklı akasya ağaçlarına ulaştığı zaman erişkin akasya karıncalarını öldürüyor ve hem yavrularını hem de yumurtalarını yiyor. İşi bittiği zaman ise ağacı terk edip avlayacak başka canlılar aramaya başlıyor çünkü yuvalarını toprakta yapıyor. Bu da çıngıraklı akasyaları otçul hayvanlara karşı savunmasız bırakıyor. Bilim insanlarına göre, artık karıncaların koruyucu etkisinden mahrum kalan ağaçlar, filler tarafından beş ile yedi kat daha fazla tüketiliyor.

Sorun gözle görülür hâle gelmeye başladıktan sonra, gelmiş geçmiş en beter istilâcı canlı türlerinden sayılan bu koca kafalı karıncaların oluşturduğu tehdidin boyutunu merak eden araştırmacılar, Kenya’daki Laikipia bölgesinde incelemelere başladı. İnceleme bölgesi ikiye ayrıldı ve istilâcı karıncaların görüldüğü ve görülmediği iki ayrı bölge tayin edildi. Bu bölgeler de kendi içlerinde ayrıldı ve bir kısmı çitlerle çevrilerek otçul hayvanların girmesi engellendi. Böylece, karıncalar ve otçul hayvanların hem birbirinden ayrı hem de bir arada etkilerini ölçmek hedeflendi ve araştırma üç yıl sürdü.

Karıncaların istilâ ettiği çitle çevrilmemiş bölgelerde filler ağaçları devirerek yapraklarını yediği için, ağaç örtüsü üçte birine inmişti (veya görüş mesafesi üç kat artmıştı). Yine karıncaların görüldüğü fakat fillerin erişemediği bölgelerde ise görüş mesafesi daha kısaydı, yani ağaçların büyük bir bölümü zarar görmemişti.

Araştırmacılar, bu durumun diğer canlılar üzerinde nasıl bir etkisi olabileceğini öğrenmek amacıyla, altı dişiden oluşan bir aslan grubunu GPS ile etiketleyerek takip etmeye başladı. Aslanlar, gizlenerek ve pusu kurarak avlandığı için bu ağaçların zarar görmesi aslan popülasyonunu etkilemiş olabilir miydi? Gerçekten de, karıncaların istila ettiği bölgelerde görüş mesafesi 13 metre artmıştı ve aslanların başarılı zebra avı üçte birine düşmüştü. Bu noktada yeni bir soru işareti doğdu: aslanlar artık daha az avlanıyorsa, sayıları neden azalmıyordu? Cevap, adaptasyon. Aslanlar, artık fazla sayıda zebra avlayamadığı için Afrika mandalarına yönelmişti. Avlarının %42’sini mandalar oluşturuyordu, fakat bu da daha büyük gruplar halinde avlanmalarını gerektiriyordu çünkü mandalar zebralardan daha iri ve zorlu rakipler.

Tabii ki, araştırmanın eksik yönleri olduğu da araştırmacılar tarafından kabul ediliyor. Örneğin, aslan popülasyonlarında henüz bir azalma tespit edilmemiş, ama bunun değişmeyeceği söylenemez; mandalar, aslanlar için riskli avlar. Ayrıca, ağaç sayısı azalmaya devam ederse aslanların manda avlaması daha da zorlaşabilir ve dengeler daha da değişebilir.

Küçücük bir canlının koca bir ekosistem üzerinde böylesine etkili sonuçlar doğurması, ekosistemlerin ne kadar ince dengeler üzerinde durduğunu gösteriyor. Karıncalar yalnızca ağaçların tükenmesine yol açmamış, aslanların davranış biçimini ve besinlerini değiştirmiş, kuş habitatlarını yok etmiş ve muhtemelen bölgenin toprak sağlığını da bozmaya başlamış gibi görünüyor. Akasya ağaçları köklerinde yaşayan bakteriler sayesinde toprakta azot sabitliyor ve böylece çevrelerinde yetişen diğer bitkilere de fayda sağlıyor. Ayrıca akasya karıncalarıyla etkileşimi olan kelebeklerin yok olması, akasya yapraklarıyla beslenen ve nesli tehlike altında olan siyah gergedanların daha da olumsuz etkilenmesi gibi olasılıklar endişe verici.

Araştırmacılardan Todd Palmer, ‘‘Biraz moral bozucu’’ diyor. Ama aynı zamanda karmaşık biyolojik yapılar hakkında bilgilendirici bir gelişme olduğunu belirterek, koruma çalışmalarının odağını netleştirebileceklerini de ekliyor. ‘‘İnsanlar doğu koruma dendiğinde akıllarına tek tek türleri korumak geliyor; filler, aslanlar, vb. Fakat türlerin etkileşimi ve bu etkileşimin bütünlüğü hakkında fazla düşünmüyoruz. Aslan, yalnızca bir aslan değildir. Biyolojik kumaşın ilmeklerinden biridir ve bu kumaşı oluşturan her bir ilmek, basit bir karınca bile, önemli bir rol oynar.’’

REFERENCES

  • 1. https://www.popsci.com/environment/invasive-ants-lions-savannah
  • 2. https://www.nhm.ac.uk/discover/news/2024/january/tiny-ant-changing-diet-kenyas-lions.html
  • 3. https://www.britannica.com/dictionary/ecology