Kendinizden üstün ya da daha yetkili gördüğünüz kişilere ne kadar itaat edersiniz? Çalıştığınız kurumda bağlı olduğunuz sorumlu kişi, sırf size emretti diye verdiği tüm görevleri yerine getirir misiniz?
Sizden daha üst pozisyonlarda görev yapanlara itaat etmenizi gerektirecek birçok sebep olabilir. Belki, işinizi riske atmak istemiyorsunuzdur ya da “doğru” olanı yaptığınıza inanmışsınızdır.
Bu sorulara cevap arayan araştırmalar, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında “itaatkârlık” kavramını açıklamaya çalışan, 1960’ların en önemli sosyal psikologlarından Stanley Milgram’ın ünlü deneyiyle hız kazandı. Yahudi soykırımıyla alevlenen bilimsel araştırmalar, kişilerin vicdani ve ahlâki tutumlarının daha derinden incelenmesini ve yetkili konumdakilere neden itaat edildiği konusuna ışık tutulmasını sağlamıştı. Şüphesiz, Milgram’ın elektrik şoku deneyi mecazi anlamda milyonları “şoke” etmiş ve akıllarda, insanoğlunun sonuçlar ne olursa olsun, uzman gördüğü kimseleri sorgusuz sualsiz izlediği algısını yaygınlaştırmıştı.
Ancak, günümüz araştırmacı psikologları, Milgram’ın deneyiyle ilgili önemli detayların atlandığını savunuyorlar. Şubat ayında kaybettiğimiz, Türkiye’nin öncü psikologlarından, Prof. Dr. Nuri Bilgin anısına, Mayıs ayı başında düzenlenen İzmir Psikoloji Günleri’nde, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Serap Akfırat, Milgram’ın, sosyal psikoloji kitaplarında klasikleşen deneyini, güncel yorumlarla tekrar masaya yatırdı.
Milgram’ın deneyini tetikleyen olaylar
II. Dünya Savaşı sırasında, gerek özel Nazi SS kıtaları, gerekse ordu birliklerince işlenen insanlık suçları, itaatkârlık kavramının bilimsel olarak araştırılmasındaki en büyük etkendi. Savaş bittiğinde, gözlerin çevrildiği Nazi askerleri, aldıkları disiplin gereği verilen emirleri yerine getirmiş olduklarını savunarak, masum insanlara çektirdikleri zulmün sorumluluğundan kendilerini sıyırmaya çalışmışlardı. Ayrıca, işledikleri suçlarla ilgili bütün sorumluluğu, üst düzeydeki yetkililere yüklemişlerdi.
Peki, bu durum insanların, “uzman” olarak nitelendirdikleri kişilere, sonuç ne olursa olsun, körü körüne inanabileceklerini mi gösteriyordu? Bundan yola çıkarak, Milgram’ın deneyinde aydınlığa kavuşturmak istediği asıl soru şuydu: İnsanlar bir “uzman” tarafından yönlendirildiklerinde, masum birine ceza olarak ölümcül seviyede elektrik şoku verebilirler mi? Eğer öyleyse, neden?
Orijinal deney
Milgram, deneyini, 1960’ların başında ABD’nin New Haven şehrinde yaşayan 40 kişilik bir grup erkekle (20-50 yaşları arasında) gerçekleştirdi. Milgram’dan başka bir “deneyci”, katılımcılara araştırmanın, ceza vermenin öğrenme üzerindeki etkisini incelediğini söyleyerek deneye başladı. Deney için katılımcılara sözde kura çektirilerek, onlardan “öğretmen” rolünü oynamaları istenmişti. Ancak, hiçbir katılımcının “öğrenci” olması söz konusu değildi, çünkü öğrenciyi oynayan kişi önceden belirlenmişti.
Deney esnasında öğretmenin görevi, göremediği fakat sesini duyduğu öğrenciye, bir sözcük listesiyle ilgili sorular sormak ve öğrenci soruları yanlış cevapladığında, elektrik şokuyla cezalandırmaktı. Ayrıca deneyci, öğrencinin yaptığı her hata için, öğretmenin elektrik şokunun seviyesini artırmasını isteyecekti. Voltaj seviyesi ne kadar yükselirse yükselsin (15V-450V) deneklere, deneyciye itaat etmek zorunda oldukları hissettirilmişti.
Örneğin, öğretmenler şok vermeyi reddettiklerinde, deneyci onları “Kesinlikle devam etmelisiniz” ya da “Devam etmekten başka şansınız yok” diye ikaz etmekle görevliydi (gerçekte, öğrenci deney süresince hiç şok almadı).
Deney başlamadan önce öğretmen, öğrencinin bulunduğu odaya getirildi ve öğrenciyi elleri elektrotlu bir şekilde sandalyeye bağlı olarak görmesi sağlandı. Ayrıca, bu esnada öğrenci, kalbiyle ilgili bir sağlık sorunu olduğunu da dile getirdi. Öğretmen ve deneyci odayı terk ettiklerinde, “öğrenci” sandalyeden elektrotları çözerek, yerine bir ses kaydı cihazı yerleştirdi. Öğrencinin vermesi önceden planlanmış yanlış cevaplar, ses cihazına kaydedilmiş ve elektrik şokları, yanlış cevaplara uyarlanmıştı. Denekler, öğrencinin “Beni buradan çıkartın!” diye haykırdığını sanarken, aslında sadece kayıt cihazından gelen sesleri duyuyorlardı. Katılımcılara gerçekten de çok ağır duygusal baskı yapılmıştı.
Bulgular
Sonuçlar gerçekten çok çarpıcıydı. Deneklerin üçte ikisi, deneyciye sonuna kadar itaat ederek öğrenciye 450 volta kadar şok vermişlerdi. Peki bu sonuç gerçekleri ne kadar yansıtmaktaydı?
Serap Akfırat’ın sunumunda aktardıkları göz önünde bulundurulduğunda, deney hakkında önemli detayların pas geçildiği doğru. Aslında öğrenciye, yani “kurbana” fiziki yakınlığın, itaatkârlık üzerinde ters bir etki yarattığı görülmüştü. Bir başka deyişle, elektrik şoku verdiklerini sanan denekler, öğrenciyi görebildiklerinde, deneyciye itaat etmek istememişlerdi. İtaatsizliği tetikleyen bir başka faktör de, deneycinin saygınlığı konusundaki algıydı. Deneyci, Yale Üniversitesi dışından biri olarak algılandığında, katılımcıların itaat oranlarında anlamlı bir düşüş görülmüştü. Son olarak, “iyi denek” olmak isteği de deneklerin itaat oranlarında anlamlı bir düşüşe yol açmıştı. Bu durum, deneklerin sadece bilime katkıda bulunmak amacıyla deneyciye itaat edip etmedikleri konusunda kafaları karıştırmıştı.
Milgram’ın deneyinin arşivlerden tekrar gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, insanların sadece “uzman” diye kimseye körü körüne itaat etmedikleri daha iyi anlaşıldı. Son araştırmalar, itaatkârlığın kaçınılmaz bir şey olmadığını gösterirken, insanların sonuç ne olursa olsun, kendilerince doğru olduğuna inandıkları şeyleri yaptıklarına işaret ediyor.
REFERENCES
- 1. Akfırat, S. (2015, Mayıs). Sosyal psikolojideki klasik deneyler üzerine güncel tartışmalar: Zimbardo’nun hapishane deneyi ve Milgram’ın itaat deneyi. Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir.
- 2. Milgram, S. (1963),“Behavioral study of obedience”, Journal of Abnormal and Social Psychology, 67, 371-378.