Neşeyle Sıçrayan Yunuslar, Kara Kara Düşünen Kargalar… Hayvanlarda Bilinç
Fiziksel bir dünyadan bilinç nasıl doğar? Niçin bazı sinir hücresel olaylar bilinçli deneyimle sonuçlanırken, diğerleri sonuçlanmaz? Ve en önemlisi de bilinç nedir?
Ünlü düşünür Descartes, bilinci “düşünme” ile özdeşleştirmiş ve o meşhur sözünü söylemiştir; “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım).
Bilinç kavramı çok uzun zamandır tartışılan; felsefecilerin ve bilim insanlarının dikkatini çeken bir konu. Bilinci, en genel bir ifadeyle bireyin kendi varlığının ve çevresinin farkında olma durumu olarak tanımlayabiliriz. Bu kavram, duyarlılık, farkındalık, öznellik, qualia (öznel deneyim), tecrübe veya hissetme yeteneği, uyanıklık ve benlik duygusu gibi unsurları içerir.
Peki ya hayvanlarda bilinçten söz edebilir miyiz?
Hayvanların iç dünyaları hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Bir köpeğin “sadık” bakışlarında, bir filin “hüzünlü” gözlerinde ya da bir yunusun “neşeli” sıçrayışlarında neler saklı olabilir? Örneğin, filler kendilerini aynada tanıyabilirler ve bu, öz farkındalıklarının bir göstergesi olarak kabul edilir. Peki, bu farkındalık ne kadar derin? Bir köpek, sahibinin duygusal durumunu anlayabilir mi? Bir kuş, bir olayı planlayabilir mi?
Hayvanların bilinçli olup olmadıkları ve bu bilinç seviyelerinin ne düzeyde olduğu uzun süredir tartışılıyor. Bu sorunun cevabı, hayvanların karmaşık davranışlarının ve beyin yapılarının incelenmesini gerektirir.
Nisan 2024’te imzalanan “New York Hayvan Bilinci Bildirgesi” son 10 yılda yapılan çok sayıda çalışmayı mercek altına alıyor. Bildirge, kuş ve memelilerin dışında sürüngenler, amfibiler ve balıklarda; ahtapot ve mürekkep balığı gibi kafadan bacaklılarda; keşiş yengeçleri ve kerevit gibi kabuklularda; arılar ve meyve sinekleri gibi böceklerde de bilincin artık “gerçekçi” bir olasılık olduğunu gösteriyor.
Şimdiye kadar 288 araştırmacı tarafından imzalanan bildirge, “fenomenal bilinç” veya “duyarlılık” olarak da adlandırılan önemli bir anlama odaklandıklarını söylüyor. Bildirgenin internet sitesinde bunu şöyle tanımlıyorlar: “Buradaki soru, hangi hayvanların öznel deneyimler yaşayabileceğidir. Bu duyusal deneyimleri (örneğin belirli bir dokunuş, tat, görüntü veya koku deneyimi) ve iyi veya kötü hissettiren deneyimleri (örneğin zevk, acı, umut ve korku) içerebilir.”
Amerikalı filozof Thomas Nagel meşhur “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” makalesinde her canlının kendine özgü bir bilinç deneyimi olduğunu ve bu deneyimlerin dışarıdan tam olarak kavranamayacağını öne sürerken düşündüğü de buydu.
Bilinç, öznel bir deneyimdir ve uyarıcıları algılama yeteneğinden daha fazlasıdır. Ancak bilinç için gereken, insanlarda olduğu gibi bir “dil” kullanımı ya da “akıl” gibi karmaşık bir yetenek değildir. Fenomenal bilinç, ham haldeki hislerdir. İnsanlardaki dil kullanımı, hayvanların sahip olmadığı bazı deneyimleri yaşamalarına olanak sağlayabilir. Örneğin, kafamıza takılan bir konu hakkında içimizden kendimizle konuşabilir ve bu konuşma neticesinde kararlar alabilir, mutlu olabilir ya da hüzünlenebiliriz. Oysa bir karınca bunu deneyimleyemez, ancak peki ya bizim sahip olmadığımız farklı deneyim biçimlerine sahipse?
Bilim insanlarını bu bildirgeyi imzalamaya iten, hayvanların da bilinci olduğuna dair “gerçekçi” olasılığı gözler önüne seren çalışmalardan birkaçını birlikte inceleyelim.
Kargalar
Kargaların hayvanlar alemindeki en zeki canlılardan biri olduğu hem bilim çevrelerince hem de popüler kültürde kendini kabul ettirmiş bir gerçek. Kargalar karmaşık sorunları çözebiliyor (belirli bir hedefe ulaşmak için belirli aşamaları doğru sırayla takip etmesi gereken bulmacaları çözmek), alet yapabiliyor ve kullanabiliyor (çubuklar ve kancalarla avlanmak), hatta bir araştırmaya göre sayıları, yani nicel ipuçlarını ayırt etmeye yönelik doğuştan gelen nörolojik bir beyin yapısına sahipler. Kısaca, bu nev-i şahsına münhasır kuşların kayda değer bilişsel becerilere sahip olduğu düşünülüyor. Bununla birlikte, şimdiye kadar yalnızca insanlar ve primatlarda görülen öznel deneyimler yaşayabilme yeteneğine sahip olduklarına ilişkin ipuçları da ortaya çıkmaya başlıyor. 2020 yılında Science Dergisi’nde yayımlanan bir makale, kargaların bilişsel açıdan primatlar kadar becerikli olduğunu iddia ediyor.
Tübingen Üniversitesi araştırmacılarından Andreas Nieder ve ekibi, bilinç dediğimiz şeyin yalnızca insanlar ve primatlarla sınırlı olmayabileceğini gösteren bir çalışma yürüttü. Kargalara bir ekrandan çeşitli şekiller gösterildi. Bunların bir kısmı parlak ve şüpheye yer bırakmayan, bir kısmı ise çok silik ve belli belirsiz şekillerdi. Kargalar bir şekil gördüklerinde kırmızı bir ışığı, şekil görmediklerindeyse mavi bir ışığı gagalamaları için eğitildi. Bazı denemelerde, mavi ışık gösterildiği zaman eğer ekranda bir şekil görmedilerse tepki vermeleri, kırmızı ışık gösterildiğindeyse herhangi bir şey yapmalarına gerek olmadığı öğretildi. Sonra, kargaların beynine (yüksek düzey bilişsel süreçlerle ilişkili olduğu düşünülen NCL bölgesine) elektrotlar bağlandı ve deney başladı. Kargalar “evet” cevabını verdiğinde, görsel uyarıcı gösterildikten sonra cevap verene kadar geçen sürede yoğun beyin faaliyetleri gözlemlendi. Cevabın “hayır” olduğu durumlarda ise bu süre içinde herhangi bir beyin faaliyeti gözlemlenmedi. Bu tepkiler o kadar istikrarlıydı ki, araştırmacılar kargaların beyin faaliyetlerini takip ederek hangi cevabı vereceklerini kesin olarak öngörebiliyordu. Gösterilen şekillerin parlak veya karanlık, net veya bulanık olması fark etmeksizin, kargalar farklı özelliklerde görsel uyarıcılara farklı düzeylerde tepki veriyordu. Nieder’e göre nöronlar kargalara gösterilen uyarıcılara değil, kargaların bu uyarıcılara maruz kaldıktan sonraki süreçte ne gördüklerini tanımladığına dair beyin faaliyetleri düzeyinde tepki veriyor. Yani, kargaların beyninde öznel deneyimler oluşturabilen sinir hücreleri bulunduğuna dair kesin bir kanıt olduğu iddia ediliyor.
Ahtapotlar
Yunanca “sekiz ayaklı” anlamına gelen “octopus” yani ahtapot, dünyanın en garip hayvanlarından biri olarak kabul ediliyor. Bu omurgasız deniz canlılarının kanı mavi akıyor (hemocyanin adı verilen bakır temelli bir protein nedeniyle), organlarına ve solungaçlarına kan pompalayan üçer kalpleri var, içinde bulundukları ortama göre renk değiştirme, yani kamuflaj becerileri var, memelilerden sonra en yüksek beyin/beden oranına sahipler ve oldukça zekiler. Hatta, bazı deneyler gösteriyor ki her bir kolunun kendine ait birer mini beyni ve hepsini yöneten bir merkezi beyin sistemi var. Aşağı yukarı köpekler kadar sinir hücresine sahipler (500 milyon kadar) ve bunların üçte ikisi kollarında, üçte biriyse simit şeklindeki beyinde yer alıyor.
Ahtapotlar labirentlerden kurtulabiliyor, gizli kapaklı işler çevirebiliyor (içinde bulunduğu kavanozdan çıkıp başka bir kavanozdaki balıkları yedikten sonra kendi kavanozuna dönerken kapakları kapatmayı unutmamak gibi), alet kullanabiliyor (taşlar, kabuklar ve benzeri malzemelerle barınak inşa etmek gibi), başarılı görme duyuları sayesinde yüzleri (hatta insan yüzlerini dahi) tanıyabiliyor ve hatırlayabiliyor.
Tüm bunlarla birlikte, 2021 yılında yürütülen bir çalışmada ahtapotların acıdan kaçınmak için bilinçli kararlar verebildiği belirlendi. Esasında laboratuvar fareleri için geliştirilmiş “şartlandırmalı mekân tercihi” deneyi adı verilen yöntemi ahtapotlar üzerinde uygulayan kafadanbacaklı uzmanı Robyn Cook, su dolu bir akvaryumun içinde iki ayrı bölüm oluşturarak ahtapotların ikisinden birini tercih etmesini sağlamış. Bazılarına, girdiği bölmede asetik asit enjekte etmiş ve daha sonra bu ahtapotların bu bölmeye girmekten kaçındığını belirlemiş. Sonra, bu ahtapotlar diğer bölmeye girdiğinde lokal anestezi (lidokain) enjekte etmiş. Önce (maalesef) acı çektirilen ve sonra acısı dindirilen ahtapotlar, kendilerine anestezi uygulanan bölmeye karşı bir sempati beslemeye başlamış (Kontrol amacıyla yalnızca deniz suyu enjekte edilen ahtapotlarda bu davranış biçiminin gelişmediği de not edilmiş). Daha önce memelilerde yürütülen bu deneyler sonucunda asit enjeksiyonunun yarattığı fiziksel acının lidokain ile dindiği bir örüntü ortaya çıkıyor ve ahtapotların da aynı örüntü ile hareket ettiği, dolayısıyla devamlılığı olan öznel bir acı deneyimi yaşayabildiği ve bunun sonucunda belirli bir konumdan uzak durmayı tercih edebildiği anlaşılıyor.
Mürekkepbalıkları
Ahtapotların kuzeni olan ve ahtapotlar gibi sekiz bacaklı, mavi kanlı, üç kalpli ve oldukça zeki olan bu esrarengiz deniz canlıları, hafızalarıyla ünlü. Hatta, uyurken beyin faaliyetlerini takip eden çalışmalar nedeniyle rüya görüyor olabilecekleri de düşünülüyor.
Mürekkepbalıkları, nerede ne zaman ne yemiş olduklarını hatırlayabiliyor ve beslenme kararlarını bu anılara göre şekillendirebiliyor. Eğer daha sonra daha lezzetli bir yemek bulabileceğini biliyorsa, lezzetsiz bir öğünü pas geçebiliyor, yani memelilerde “haz geciktirme” olarak bilinen davranış biçimini sergiliyor. Bu, yalnızca primatlardan bilinen bir irade kontrolü ve zekâ belirtisi olarak kabul ediliyor. Denek mürekkepbalıklarına iki farklı yemek sunuluyor; biri çok tercih etmedikleri ama beslenme alışkanlıkları içinde olan büyük karides (king prawn), diğeri ise bayıla bayıla yedikleri bir küçük karides (grass shrimp) türü. Denek, yalnızca sabreder ve büyük karidesi yemezse diğer avına ulaşabiliyor. Deney sonucunda, mürekkepbalıklarının iki dakikadan uzun süre sabredebildiği belirlenmiş, ki bu şempanzeler ile yürütülen deneylerde karşılaşılan ile neredeyse aynı süre. Bu davranış biçiminin aslında başka bir davranış biçiminden doğmuş olabileceği düşünülüyor. Mürekkepbalıkları, avcılardan korunmak amacıyla kamuflaj yaparak uzun süre hareketsiz bekleyebiliyor. Dolayısıyla beklemeye alışkınlar. Tabii ki iradenin, sabrın ve zekânın düzeyi mürekkepbalığı türünden türüne değişiklik gösteriyor. Ayrıca, daha çok sevdiği yemeği bekleyen mürekkepbalığının diğer yemeğe sırtını döndüğü, cazibesine kapılmamaya çalıştığı da gözlemlenmiş.
İyi bir yemeğin tadını bilen mürekkepbalıklarında bu davranış biçimini test etmek amacıyla 2020 yılında yürütülen başka bir çalışma, bu omurgasız deniz canlısının yalnızca nerede ne zaman ve ne yediğini değil, bu yemeği nasıl deneyimlediğini de hatırlayabildiğini iddia ediyor. Araştırmacılar, mürekkepbalığını bir yengeç, balık veya karidesin görüntüsüne veya kokusuna maruz bırakmış ve üç saat sonra bu canlıları görüntüsüyle mi yoksa kokusuyla mı hatırladığını bildirebileceği şekilde eğitmiş. Eğitimden sonra, daha önce karşılaşmadığı başka bir canlıyla (midye) tekrarlanan test sayesinde, mürekkepbalığının, deneyimlediği bir olayın detaylarını hatırlayabildiği (kokladığı veya gördüğü) tespit edilmiş.
Dahası, mürekkepbalıklarının hafızası yaşlandıkça körelmiyor. Başka bir deneyde, ömrünün son haftalarındaki mürekkepbalıklarının genç yetişkinler kadar güçlü bir hafızaya sahip olduğu tespit edilmiş. Uzmanlara göre insanlar ve diğer omurgalıların beyninde hafızayla ilişkilendirilen hipokampüsün mürekkepbalıklarında bulunmaması buna gerekçe gösterilebilir.
Geçmiş anıları çeşitli detaylarıyla hatırlayabilme ve yeniden yaşayabilmeye epizodik bellek adı veriliyor ve geleceğe yönelik kararları bu beceri sayesinde alabilmek de karmaşık bir beyin ve bilinç yapısına sahip olmak anlamına gelebilir.
Lapin (Temizlikçi Çırçır Balığı)
Ayna testi, bir canlının öz farkındalığını test etmek amacıyla kullanılan bir yöntem. 1970 yılında Amerikalı psikolog Gordon Gallup Jr. tarafından hayvanların ayna karşısında kendini tanıyıp tanıyamayacağını test etmek amacıyla geliştirilmiş. Temelde, test edilecek canlının üzerine bir leke bırakılıyor ve ayna karşısındaki görüntüyle karşılaştığında lekeyi çıkarmak için ona dokunuyor veya başka yollar kullanıyor. Şimdiye kadar primatlar, katil balinalar, şişe burunlu yunuslar, bazı saksağanlar ve filler testi başarıyla geçmiş. Evde kedi veya köpek besleyenlerimizse bu dostlarının ayna testini geçemediğini açıkça biliyor olmalı. Test, canlının ayna karşısında kendini tanıyıp tanıyamayacağı hakkında bir fikir verse de öz farkındalığa ilişkin net bir cevap vermiyor, çünkü öz farkındalık aslında canlının kendi zihinsel durumu, duygu ve düşünceleri ve fiziksel görünüşü hakkında farkındalığı kapsıyor. Öz-tanıma ise yalnızca fiziksel görünüşü fark etmekle sınırlı bir kavram.
Bu testi başarıyla geçen başka bir canlıysa, ilginç şekilde, bir balık. Osaka Şehir Üniversitesi araştırmacılarından Masanori Kohda ve ekibi, testi önce bir Ciklet türünde denemiş. Cikletler oldukça zeki balıklar ve kendi aile bireylerini ayrı ayrı tanıyabilseler dahi ayna testini geçememişler. Kohda, daha sonra Latince adı Labroides dimidiatus olan Temizlikçi Çırçır Balığı ile şansını denemiş. Diğer deniz canlıları üzerindeki ölü dokular ve parazitlerle beslendiği için temizlikçi adını alan bu küçücük tropikal deniz balığı, beslenme davranışı ve bu davranışın diğer deniz canlıları üzerindeki karmaşık etkisiyle ünlü bir balık.
Kohda, yabandan topladığı on adet balığı içinde ayna olan bir akvaryuma koymuş. Başlarda çoğu, yansımasını kendi alanına giren başka bir balık gibi algılayarak saldırmaya çalışmış, fakat kısa bir süre sonra olaylar ilginçleşmeye başlamış. Aynaya sırt üstü yüzerek yaklaşmak, hızla yaklaşıp son anda durmak gibi davranışlar, araştırmacılara aynadakinin başka bir balık değil, kendi yansıması olabileceği yönünde bir algı kıvılcımı göstermiş. Deneyin ikinci aşamasında ise balıkların boyun kısmında deri altına zararsız bir boya kullanarak leke bırakılmış. Şimdiye kadar ayna karşısında prova yapmış olan temizlikçiler, lekeli yansımalarını gördüğünde çevrelerindeki yüzeylere sürtünerek lekeyi çıkarmaya çalışmış. Sonra aynada lekenin çıkıp çıkmadığını kontrol etmeyi de unutmamış. Lekeli denekler, yalnızca aynaya baktıktan sonra bu davranış biçimini sergilemiş (aynayla karşılaşmayanlar hayatına devam etmiş) ve bu da araştırmacılara balığın aynada gördüğü yansımanın kendi bedeni olduğunu anladığını göstermiş. Kohda, “Görüntüleri izlediğimde sandalyemden düştüm” diyor.
Bu davranış biçimi, balığın beslenme şeklinden de kaynaklanıyor olabilir; beslenebilmek için günlük hayatında başka balıkların üzerindeki lekeleri başarıyla tespit etmesi gereken bu balığın, bu tip ilginç davranışlar sergilemesi bir öz farkındalık veya öz tanıma belirtisi değil, normal alışkanlıklarının bir parçası da olabilir diyor bazı uzmanlar. Yani, aynada gördüğü diğer balığın kendi üzerinde gördüğü paraziti çıkarması için onu teşvik etmek amacıyla sürtünmesi de ihtimaller dahilinde.
Sonuç ne olursa olsun, öz farkındalık ve öz tanıma özelliklerinin hayvanlar aleminde sandığımızdan fazla canlıda bulunuyor olabileceği, önemli bir ihtimal.
Yılanlar
Hayvanlarda kendini tanıma yeteneği uzun yıllardır araştırılıyor. Fakat Lapin balıkları üzerinde yürütülen ayna testi görmeye dayalı olduğundan, yılanlar gibi kokuya daha bağımlı canlılarda kullanılamıyordu.
Kanada’daki Wilfrid Laurier Üniversitesi’nden üç psikolog, yeni bir çalışmada en azından bir yılan türünün kendini tanıma yeteneğine sahip olabileceğini kanıtlayan bulgulara ulaştı. Nisan 2024’te yayımlanan çalışmada Troy Freiburger, Noam Miller ve Morgan Skinner isimli araştırmacılar, yılanlarda kendini tanımayı, görme yerine koku alma duyusunu kullanarak test ettiler.
Deneyde kolayca ulaşabildikleri iki yılan türü seçildi: garter yılanları ve top pitonları. Toplam 36 garter yılanı ve 18 top pitonu test edildi. Deneyde her yılanın alt kısmından bir bez yardımıyla koku örnekleri alındı. Daha sonra her yılanın önüne beş farklı kokulu ped yerleştirildi. Bunlardan biri yılanın kendi kokusu, diğeri zeytinyağı ile karıştırılmış kendi kokusu, üçüncüsü farklı bir türden yılanın kokusu, dördüncüsü ise sadece zeytinyağı idi. Araştırmacılar her sunumda yılanın tepkisini, özellikle de dil hareketlerini gözlemlediler.
Sonuçlar şaşırtıcıydı! Garter yılanları, kendi kokuları ve değiştirilmiş kokuları sunulduğunda diğer kokulara kıyasla daha fazla dil hareketinde bulundu. Top pitonlarında ise sunulan farklı kokulara tepkilerinde bir değişiklik gözlemlenmedi.
Araştırmacılar, yılanların değişen kokularına karşı daha fazla dil hareketi göstermelerinin, kendilerini tanıdıklarına dair bir işaret olduğunu düşünüyorlar. Yani yılanlar, kendi kokularındaki farklılığı algılayabiliyorlardı. Ayrıca garter yılanlarının top pitonlarından daha sosyal canlılar olduğunu belirten araştırmacılar, davranışlardaki farklılığın bu sosyallikten kaynaklanabileceğini öne sürüyorlar. Bu çalışma, yılanlarda kendini tanıma yeteneğinin varlığına dair heyecan verici bir kanıt sunuyor.
Zebra Balıkları
Zebra balıkları, küçük ve renkli tatlı su balıklarıdır. Akvaryumlarda popüler evcil hayvanlar olmalarının yanı sıra, bilim insanları tarafından da davranışlarını incelemek için sıklıkla kullanılırlar. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada, zebra balıklarının merak duygusu incelendi.
Araştırmacılar, zebra balığı gruplarını yarı doğal tanklarda barındırarak her gruba 30 yeni nesne sundular. Balıkların nesnelere yaklaşma süresi, nesneye olan ilgisi, sosyal dinamikleri ve dalış davranışı (zebra balıklarında bir stres tepkisi) ölçüldü.
Sonuçlar, zebra balığı gruplarının tüm nesnelere kolayca yaklaştığını ve tüm nesne sunumları boyunca neofilik olduğunu göstermiştir. Neofili, yeni uyaranlara karşı ilgi duyma eğilimidir. Zebra balıkları ayrıca, çalışmanın başlangıcında bazı nesne sunumları için sürdürülebilir ilgi gösterdiler. Bu, balıkların yeni nesneleri keşfetmeye ve incelemeye motive olduklarını göstermektedir.
Araştırmacılar ayrıca, zebra balığı gruplarının nesne sunumlarının başlangıcında, o nesneye özgü ilgi belirtileri gösterdiğini de gözlemlediler. Bu, balıkların yeni nesneleri diğerlerinden ayırt edebildiklerini ve onlara özel ilgi gösterdikleri anlamına gelir.
Bu araştırma, merakın balıklar da dahil olmak üzere çeşitli hayvanlarda bilgi edinme fırsatları arama eğilimiyle ilişkili olduğunu ve bunun balık refahı için önemli olabileceğini öne sürüyor. Meraklı balıklar, çevrelerini keşfetmeye ve yeni şeyler öğrenmeye daha fazla motive olabilirler. Bu da onları daha az stresli ve daha uyumlu hale getirebilir.
Bombus Arıları
Oyun sadece insanlarla sınırlı değil, birçok hayvan türünde de gözlemlenen bir olgudur. Bilişsel ve motor becerilerin sağlıklı gelişimi ve korunmasına katkıda bulunduğu düşünülür. Oyun, yiyecek arama stratejileri gibi hayati işlevlere fayda sağlayabilir ve hayvan refahının önemli bir göstergesi olarak kabul edilir.
Çeşitli hayvan türlerinin “sadece eğlence için”, yani oynamak için cansız nesnelerle etkileşime girdiği ve bunları manipüle ettiği bilinmektedir. Nesne oyununun en açık örnekleri memelilerden ve kuşlardan gelmektedir. Peki böcekler de cansız nesnelerle oynayabilir mi? Bu sorunun cevabı yeni bir araştırmayla ortaya çıktı.
Londra’daki Queen Mary Üniversitesi’nden bilim insanları, laboratuvarda tutulan bombus arılarının (Bombus terrestris) tahta toplar yuvarlamak gibi şaşırtıcı bir davranış sergilediğini keşfetti. Bu bulgu, arıların karmaşık davranışlara sahip olabileceğini ve hatta eğlenme gibi insani duygulara sahip olabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda arıların vahşi doğada korunması ve kovanlarda daha iyi bakılmasının önemini de vurguluyor.
Araştırmacılar, arıların top yuvarlama davranışını nicel değerlendirerek, bazılarının bunu yalnızca bir veya iki kez yaptığı, diğerlerininse günde 44 defaya kadar tekrarladığını gözlemledi. Bu yüksek tekrarlama sayısı, arıların bu aktiviteden keyif aldıklarını düşündürüyor.
Bu topları yuvarlamanın gerçekten de arıların tercihi olduğunu doğrulamak için, yeni bir bombus arısı yuvasıyla başka bir deney düzenlendi. Önceki tasarımda olduğu gibi yuvadan çıkan arılar yiyeceğe ulaşmak için bir odadan geçiyordu. İlk 20 dakika boyunca oda sarı renkteydi ve içinde tahta toplar vardı. Daha sonra, topların olmadığı mavi bir odadan geçtiler. Renkli odaları altı kez değiştirerek arıları sarı rengi topların varlığıyla ilişkilendirmeleri konusunda eğittiler. Son olarak, arılara görünürde herhangi bir top olmadan sarı veya mavi bir geçide girme seçeneği verildi. Araştırmacıların Animal Behaviour dergisinde bildirdiğine göre, arılar sarıyı tercih ediyordu. Yaklaşık üçte bir daha fazla arı, muhtemelen onu zevkli bir spor olan top yuvarlamayla ilişkilendirdikleri için, sarıyı seçti. Ekip renkleri tersine çevirip deneyi tekrarladığında benzer sonuçlar elde etti. Bu durum, arıların yiyecek arama gibi hayati bir işlevi yerine getirmekten ziyade, topları yuvarlamak gibi uyarıcı olmayan bir aktivite ile zaman geçirmekten keyif aldıklarını düşündürmektedir.
Kerevitler
Kerevitler, eklem bacaklılar sınıfına ait, tatlı sularda yaşayan kabuklu canlılardır. Sadece akvaryumlarda süs hayvanı olarak gördüğünüz veya nehir kenarında taşların altında saklanırken fark ettiğiniz bu ilginç canlılar kaygı ve stresi bizim gibi hissedebilir mi?
Araştırmacılar, kerevitlerin strese nasıl tepki verdiğini anlamak için öncelikle bir grubu hafif elektrik şoklarına maruz bıraktı. Ardından, bu kerevitleri özel olarak tasarlanmış bir su tankına yerleştirdi. Bu tank, haç şeklinde olup iki kolu aydınlık, diğer iki kolu ise karanlık bırakılacak şekilde düzenlenmişti. Stres altındaki kerevitler tanka bırakıldıklarında, kendilerini koruma içgüdüsüyle aydınlık kollardan kaçınma eğilimi gösterdiler. Stressiz kerevitlerse tanka yerleştirildiğinde tereddütlü olsalar da yiyecek arama dürtüsüyle sonunda aydınlık alanları keşfettiler.
Deneyin diğer bir bölümünde araştırmacılar, stres altındaki kerevitleri inceleyerek serotonin seviyelerinin yükselmiş olduğunu buldular. Serotonin, insanlar da dahil olmak üzere strese giren canlılarda yükselen aynı nörotransmiterdir. Araştırma ekibi, kerevitlere sadece serotonin enjekte ederek de aynı koruyucu davranışları sergilemelerine neden olabileceklerini keşfettiler. Ayrıca, insanlarda kaygı tedavisinde kullanılan bir ilaç olan klordiazepoksit enjekte ederek kerevitleri sakinleştirebildiklerini gördüler. Sonrasında, strese maruz bırakılmış olan bu kerevitler, tıpkı strese girmemiş kerevitler gibi davranarak aydınlık alanlara girmeye daha fazla istekli hale geldiler.
Bilim insanları, kerevitlerin bizim gibi kaygı ve stresi hissetmediğini, ancak bu duyguların arkasındaki mekanizmaların oldukça benzer olduğunu ve bu durumun ortak bir evrimsel kökene işaret ettiğini öne sürüyorlar. Bu bulgular, hayvanlar ve insanlar arasındaki duygusal benzerlikleri daha iyi anlamamıza ve belki de gelecekte daha etkili stres ve kaygı tedavileri geliştirmemize yardımcı olabilir.
Yengeçler
Yengeçler, kabuklular sınıfına ait eklem bacaklılardır. Dünya genelinde denizlerde, tatlı sularda ve karada yaşayan yüzlerce yengeç türü bulunur. Genellikle sert kabukları ve kıskaçlarıyla tanınan yengeçler, farklı beslenme alışkanlıklarına sahip olabilirler; bazıları otçul, bazıları ise etçil veya her ikisini de içeren beslenme alışkanlıklarına sahiptir.
Omurgasızların acı hissettiği fikri, genellikle zararlı uyaranlara verdikleri tepkilerin sadece reflekslerden ibaret olduğu iddiasıyla reddedilir. Refleksler, daha yüksek düzeyde işleme gerektirmez; ancak acı deneyimi, bu tür bir işlemeyi gerektirir. Bu iddiayı test etmenin bir yolu, hayvanların yalnızca zararlı uyaranlara mı tepki verdiğini yoksa bu tepkilerin başka motivasyonlardan mı etkilendiğini araştırmaktır.
İrlanda’daki Belfast Kraliçe Üniversitesi’nden Robert Elwood ve meslektaşları, Animals dergisinde yayımlanan çalışmalarında yengeçlerin ağrı algısına sahip olup olmadığını, risk karşısında nasıl karar verdiklerini anlamaya çalıştılar.
Ekip kıyı yengeçlerini (Carcinus maenas) ışıklı bir ortama yerleştirip, bu ortamdan kaçabilecekleri karanlık bir sığınak sundular. Ancak işin püf noktası şuydu: Bazı yengeçler sığınağa girdiklerinde hafif (6 volt) veya daha şiddetli (12 volt) elektrik şokları aldılar. Böylece, yengeçlerin parlak ışıktan kaçma isteği ile elektrik şokundan kaçma isteği arasındaki tercihleri gözlemlendi.
Yengeçler, elektrik şoku aldıklarında karanlık sığınakları daha az kullanmaya başladılar ve parlak ışıkta kalmayı tercih ettiler. Ancak, bu tercihleri ışığın parlaklığına ve elektrik şokunun şiddetine bağlı olarak değişti. Parlak ışık ve yüksek voltajlı şoklar, yengeçlerin sığınaklardan kaçınmalarına neden oldu. Ayrıca, şok alan yengeçlerin, karar verme sürecinde endişe belirtileri gösterdikleri gözlemlendi.
Bu bulgular, yengeçlerin sadece basit reflekslerle değil, daha karmaşık bir karar verme süreciyle hareket ettiklerini gösteriyor. Ağrı, genellikle zarar verici durumlardan kaçınmak için hayati bir uyarı mekanizması olarak kabul edilir. Yengeçlerin bu türden davranışları, onların da ağrı hissedebileceğine dair önemli ipuçları sunuyor.
Meyve sinekleri
Meyve sinekleri (Drosophila melanogaster), genetik ve biyolojik araştırmalar için en çok kullanılan model organizmalardan biridir. Yaklaşık 3 mm boyutunda olan meyve sinekleri, hızlı üreme döngüsü, kolay bakımı ve genetik manipülasyona uygunluğu nedeniyle bilim insanları arasında popülerdir. meyve sineklerinin genomu tamamen dizilenmiş olup, birçok insan hastalığının genetik ve moleküler mekanizmalarının anlaşılmasında önemli bir rol oynar. Meyve sinekleri, sinir bilimi, gelişim biyolojisi ve genetik alanlarında yapılan araştırmalar için ideal bir modeldir ve bilim dünyasına büyük katkılar sunmuş bir canlıdır.
Queensland Üniversitesi, Melbourne Üniversitesi ve Washington Üniversitesi’nden araştırmacıların ortak yürüttüğü, sonuçları eLife’da yayımlanan yeni bir çalışma meyve sineklerinin uyku alışkanlıklarına odaklanıyor.
2021’de Nature dergisinde yayımlanan bir diğer çalışma meyve sineklerinde uykunun sosyal izolasyon nedeniyle bozulduğunu, sineklerin en iyi diğer sineklerin varlığında uyuduğunu göstermişti.
Bu yeni çalışmaysa, meyve sineklerinde deneysel olarak indüklenen aktif ve sessiz uykunun birbirinden bağımsız transkripsiyonel programları nasıl harekete geçirdiğini inceliyor. Uyku, genel olarak iki ana fizyolojik kategoriye ayrılır: hızlı göz hareketi (REM) uykusu ve yavaş dalga uykusu (SWS). REM ve SWS, farklı işlevleri yerine getirdiği düşünülen iki farklı uyku türüdür. Peki, meyve sineklerinde de benzer uyku aşamaları var mıdır?
Çalışmada, meyve sineklerinde uyku araştırmaları için iki yöntem karşılaştırılmış: birincisi, uyku teşvik eden nöronların ışıkla aktive edilmesi (optogenetik aktivasyon); ikincisi de gaboksadol adlı bir uyku ilacının verilmesi. Her iki yöntem de uyku süresini artırmada benzer etkiler gösterirken, beyin aktiviteleri üzerinde farklı etkiler yaratmış. Gen analizleri, ilaçla indüklenen derin uykunun (“sessiz” uyku) çoğunlukla metabolizma yavaşlatıyor ve stresi düzenliyor gibi göründüğünü; optogenetik “aktif” uykununsa normal uyanıklık işlevleriyle ilgili birçok geni artırdığını ve bilişsel işlevi destekliyor gibi göründüğünü ortaya koymuş.
Bunlar öne çıkan çalışmalardan sadece bazıları. Hayvan bilinci konusundaki tüm bu bilimsel araştırmalar, hayvanların düşündüğümüzden daha karmaşık zihinlere sahip olabileceğini ortaya koyuyor.
New York Hayvan Bilinci Bildirgesi, bilincin doğası ve hangi hayvanların “bilinçli” olduğu konusundaki belirsizlik devam ediyorken yapılacak daha fazla sayıda çalışmanın bu belirsizliği azaltmaya yardımcı olmasını umuyor.
Bildirgenin ikinci amacı ise hayvan refahı üzerine daha fazla düşünülmesini teşvik etmek. Hayvanların bilinçli deneyimlere sahip olduğunu kabul edersek, bu onların hakları ve refahı konusunda ne tür değişiklikler gerektirir?
Bu durum, hayvanlarla olan ilişkimizi ve onlara nasıl davrandığımızı yeniden değerlendirmemizi gerektirebilir. Hayvan bilinci üzerine yapılan çalışmalar, etik ve hukuki yaklaşımlarımızı da etkileyerek, hayvan haklarına daha fazla önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Araştırmacılar bilinç konusunda gerçekçi bir olasılık söz konusuysa (ahtapotların acı çekebilecekleri gibi) bu olasılığın, o hayvanı etkileyen kararlarda, örneğin ahtapot çiftliklerinin desteklenip desteklenmeyeceği konusu gibi, dikkate alınmayı hak ettiğini savunuyor.
Hayvanların yaşam koşullarını iyileştirmek ve onlara saygı göstermek hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmakta. Hayvan bilincine dair farkındalığın artmasıyla birlikteyse, daha merhametli ve adil bir dünya inşa etme yolunda önemli adımlar atabiliriz.
REFERENCES
- 1. https://www.scientificamerican.com/article/crows-perform-yet-another-skill-once-thought-distinctively-human/
- 2. https://www.smithsonianmag.com/smart-news/do-crows-possess-form-consciousness-180975940/
- 3. https://www.cell.com/current-biology/fulltext/S0960-9822(18)30208-2
- 4. https://www.nhm.ac.uk/discover/octopuses-keep-surprising-us-here-are-eight-examples-how.html
- 5. https://www.livescience.com/55478-octopus-facts.html
- 6. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7941037/