“Güzellik, duyulara hitap etmeli, aniden zevk vermeli, göz kamaştırmalı veya usulca, hiçbir çaba sarf etmeksizin içimize işlemeli.” Claude Debussy
Etrafımız müzikle dolu; müzik her an, her yerde. Eğer kimya laboratuvarında asit çözeltileri hazırlamak gibi bir işiniz yoksa, büyük bir ihtimalle ders çalışırken bir tür müzik dinliyorsunuzdur. İyi ama, okula/işe hazırlık yaparken veya en basitinden bir café’de kahvenizi yudumlarken dinlediğiniz müziğin gündelik hayatta ne önemi var? Öncelikle, parçaları nasıl dinlediğinize gerçekten kulak vermeniz önemli çünkü işittiğiniz ritmi, melodiyi ve belli başlı notaları ne şekilde özümsediğiniz müzisyenlik potansiyelinizle ilgili ileriye yönelik size çok önemli bilgiler verir. Bununla beraber, en geniş anlamda, hayatla ilgili fikir ve tutumlarınız, kendinizi müzisyen olarak görmeseniz bile, bu sanat dalındaki bilgililiğiniz ile ilişkili olabilir.
Ama benim kabiliyetim müzisyen olmaya yetmez
“Kabiliyeti” kelimelerle anlatmaya çalışmak oldukça güç; ancak gariptir ki, “kabiliyetli birinin” varlığını anında hissedebiliriz. Müziğe yatkınlık her ne kadar doğuştan gelen bir kabiliyet gibi varsayılsa da, bu konu psikolojik açıdan ayrıntılı bir şekilde ele alındığında ortaya daha başka bir tablo çıkıyor.
Guildhall Okulu’nda Seyirci Araştırmaları Programı Direktörü Profesör John Sloboda’ya göre, “Eğer araştırmalar müziğin zihinle olan ilişkisini değerlendiren tatmin edici bir açıklama getirme amacını taşıyorsa, bu bağlamda, müzikle ilgili deneyimlerin hepsini tümüyle kapsamalılar.” Bir başka deyişle, Sloboda müzikle ilgili bilimsel araştırmaların temelini deneyimin/deneyimle öğrenmenin (dinlemek, kritik etmek, bestelemek ve enstrüman çalmak gibi çeşitli deneyimler) oluşturduğunu savunuyor.
Aynı paralelde, Daniel J. Levitin de kabiliyetin genetik ve nörolojik altyapılarını incelemeden önce “müziğe yatkınlığın” ne demek olduğunu araştırmak gerektiğini vurguluyor. Neuron dergisinde yayımlanan makalesinde, çoğu profesyonel müzisyenin kabiliyet ölçen testlerde orta sıralarda puan aldıklarına, özel bir eğitim almayanlarınsa başarılı olduklarına dair bir problemin altını çiziyor. Bunun yanı sıra, müzik kabiliyetinin daha geniş çerçevede değerlendirilmesini öneriyor. Ayrıca, Levitin’e göre, sıklıkla kullanılan kabiliyet ölçekleri “… testine girenlerin ne bireysel özelliklerini ne de duygu ve yaratıcılıklarını gösterebilmelerine izin veriyor.”
Bilimsel çalışmalar da kişilerdeki müzik kulağının doğuştan gelen bir yetenekle sınırlı olmadığını gösteriyor. Cambridge Üniversitesi araştırmacıları müziğe yatkınlığın insanların kişilik özellikleriyle ilgili olabileceğine dair ilginç bulgulara rastladılar. Araştırmada, doktora çalışmasını yapan David Greenberg ve ekibi 7870 katılımcından melodi ve ritm hafızalarıyla ilgili veri topladılar. Ek olarak, katılımcıların müzik becerisi, Büyük Beş Kişilik Kuramı’nda geçen kişilik özellikleriyle karşılaştırıldı. Sonuçlar, deneyime açıklığın (genel olarak açık fikirli insanlardır ve yeni şeyleri keşfetmeyi severler) müziksel yetinin birbiriyle ilgili olduğunu gösterdi.
Sonuç olarak, hayatla ilgili görüş açımızı ne kadar geniş tutar ve müziğe ait gündelik deneyimlerimize içtenlikle ilgi gösterirsek, içimizdeki müzisyen kendini göstermeye başlayabilir ve içimizde var olduğunu hiç hissetmediğimiz yeteneklerimizi keşfedebiliriz.
REFERENCES
- 1. David M. Greenberg, Daniel Müllensiefen, Michael E. Lamb, Peter J. Rentfrow. Personality predicts musical sophistication. Journal of Research in Personality, 2015; 58: 154 DOI: 10.1016/j.jrp.2015.06.002
- 2. Levitin, D. J. (2012). What does it mean to be musical? Neuron, 73, 633-637
- 3. Sloboda, J. (2008). The ear of the beholder. Nature, Opinion Science & Music, 454, 32-33.