Değişimden Korkmayın!
New York Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi rektörlükleri, Princeton, Yale ve Pittsburgh üniversitelerinde profesörlük ve dünyaca ünlü bir biyolojik kimya araştırma laboratuvarı direktörlüğü… Andrew Hamilton bilim ve yükseköğretim alanlarında en parlak kariyerlerden birine sahip, dünyanın en saygın bilim insanlardan biri.
KURIOUS, Profesör Dr. Andrew Hamilton ile Danışma Kurulu Üyesi de olduğu Koç Üniversitesi’nin 24. Mezuniyet Töreni öncesinde buluştu ve yükseköğretim, dünyanın önde gelen üniversiteleri ve bilimde araştırmanın geleceği hakkında konuştu.
Yale, Oxford, New York Üniversitesi ve diğerleri… Farklı ülkelerde birçok üniversitenin eğitim programlarını inceleme olanağı buldunuz. Sizce eğitimde evrensel bakış açısına ulaşmak için en önemli unsurlar nelerdir?
Haklısınız, iki kıtada, Amerika ve Avrupa’da, birçok değerli üniversitede çalışma ayrıcalığı elde ettim. Bu farklı kurumlardan öğrendiklerimin başında belki de, eğitimde evrensel bir bakış açısı olmadığı ve hatta olmaması gerektiği geliyor. Her kurum, yer aldığı ülkenin kültürü, öğrencileri ve akademisyenleri ile kendi tarihi içinde gelişir. Her üniversite kaçınılmaz olarak kendi yaklaşımını, kendi tarzını geliştirir. Yale, Oxford ve New York üniversitelerinde bulundum ve sanırım ve iki ülkenin, İngiltere ve ABD’nin, ortak dillerinden dolayı birçok ortak noktaya sahip olması beklenir. Ama George Bernard Shaw’ın de dediği gibi ABD ve İngiltere “ortak bir dille ayrılan iki ülke”dir. Aslına bakarsanız, lisans eğitimde İngiliz sistemi ve Amerikan sistemi kadar birbirinden farklı olan iki lisans eğitimi anlayışı daha hayal edemezsiniz. İngiltere’de, sanırım biraz Türkiye’deki gibi, tek bir konu üzerine odaklanan bir eğitim vardır. 18 yaşına geldiğinizde üniversiteye kimya okumak için giderseniz ve sadece kimya okursunuz. Bu, okuduğunuz bölüme derinlemesine odaklanmış bir yaklaşımdır. ABD’deyse, öğrencilerin daha geniş katılımı ile çekirdek eğitim yaklaşımı hakimdir; akademik alan ve uzmanlaşma daha sonra gelir. Gördüğümüz gibi bunlar çok farklı iki sistem ve her ikisi de ülkelerin kendi konumları, kültürleri ve tarihleri göz önüne alındığında doğrudur. Deneyimlerim bana eğitimde evrensel bir bakış açısı olmadığını ve belki de zaten olmaması gerektiğini söylüyor.
Sizce iyi bir üniversitenin en önemli özellikleri nelerdir?
Yale, Harvard, Oxford ve Cambridge’e baktığımda sanırım ortak bir şey var ve bu Koç Üniversitesi’nde de gözlemlemeye başladığım bir şey. Koç Üniversitesi çok daha genç fakat her konuda akademik mükemmeliyete bağlılığını görmeye başladım: üniversiteye giren öğrencilerde, akademisyenlerde, müfredat yapısında ve belki en önemlisi de bilimsel araştırmalarda akademik mükemmeliyet. Ek olarak, önemli problemleri ciddiyetle ele almaya ve çözüm sürecinde aşama kaydetmeye olan bağlılık. İyi üniversitelerin en önemli ortak özelliklerinin her şeyden öte akademik mükemmeliyete olan bağlılık olduğunu söyleyebilirim.
Dünyanın önde gelen üniversiteleri son 5-10 yılda hangi önemli değişimlerden geçti? Bu değişimler diğer üniversiteleri nasıl etkiledi?
Bence tüm üniversitelerde devamlı bir değişim var. Oxford’da çalışmak benim için ilginç bir deneyimdi. Neredeyse 900 yaşındaki Oxford Üniversitesi kendi tarihine, geleneklerine ve prestijine kolayca takıntılı hale gelebilirdi. Üniversitenin bulunduğu şehir çok güzel, Üniversite tarihi binalarıyla çok güzel… “Hayır, değişime ihtiyacımız yok, biz mükemmeliz, kusursuzluğun tanımıyız, tarihi bir üniversiteyiz, asla değişime ihtiyacımız yok” diyebilirdi. Üzülerek söylüyorum ki, geçmişte bunu yapan ve farklı sebeplerden dolayı fazlaca rahat, tarihinden, prestijinden ve güzel mimarisinden fazlaca memnun olan köklü üniversiteler oldu. Benim için Oxford ile ilgili en önemli şey (ve bir Cambridge mezunu olarak bunu Cambridge için de söyleyebilirim) hiçbir zaman olduğu yerde saymamasıdır. Hiçbir zaman bulundukları konumla yetinmediler veya akademik eğitim hiyerarşisi içinde edindikleri yerle yetinmediler. Oxford ve Cambridge’in yüzlerce yıl önce kurulduğunu hatırlatırım; Harvard, Yale ve daha sonra kurulan MIT ve Stanford gibi yeni ve “rahatsız edici olabilecek” Amerikan üniversiteleriyle başa çıkmak zorunda kaldılar. Şimdi herkes Tsinghua, Pekin, Shangai, Fudan, Shanghai Jiao Tong gibi Çin’deki ya da Hindistan’daki üniversitelerin yükselişi hakkında konuşuyor. Ve Koç Üniversitesi gibi Türkiye’den de üniversiteler bu yarışta geri kalmayacak. Oxford ve Cambridge, her zaman yeni zorlukların olacağını bilerek bunları göğüslemeyi başardı. Harvard, Yale, Stanford ve NYU gibi Amerikan üniversiteleri tüm dünya için iyi bir yenilik oldu, ve benzer şekilde Çin üniversitelerinin yükselişi de hem Çin hem de dünya için iyi olacak. Koç Üniversitesi’nin önümüzdeki yıllarda yükselişi de yine Türkiye ve tabii ki Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent gibi Türkiye’deki diğer üniversiteler için iyi bir itici güç olacak. Tüm bunlar hem Türkiye hem de dünya için çok önemli. Peki bu durumda Oxford ve Cambridge kendi yerlerini nasıl koruyorlar? Sürekli olarak kendini yeniden inşa ederek, yeni programlar geliştiriyorlar. Ben Oxford’dayken yeni bir siyasal bilgiler fakültesi kurduk. Birçok tesise ve yeni araştırma olanaklarına yatırım yaptık ki Üniversite, zamanının gerisinde kalmasın. 21. yüzyıldayız ve üniversiteler değişmek zorunda. Ne var ki, insanlar her zaman değişimi sevmiyor; belirsizlik zor gelebiliyor. Fakat zamanla birlikte değişmezseniz yok olursunuz. Öncü üniversitelerdeki değişimlerle ilgili benim gözlemim bu ve sanırım bu, onları takip eden diğer üniversiteler için bir model olabilir.
Dünyanın önde gelen üniversitelerinde yöneticilik yapıyorsunuz ve aynı zamanda Türkiye’den bir üniversitenin Danışma Kurulu’ndasınız… Türkiye’deki üniversite eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce Türkiye’deki eğitim dünya standartlarına yakın mı?
Koç Üniversitesi’nin yıllar içinde gösterdiği gelişimden muazzam etkilendim. Bence Koç Üniversitesi bir geleneği temel alıyor: eğitime ve öğrenmeye olan bağlılığa, matematik, mühendislik, edebiyat ve sosyal bilimlerde mükemmeliyete dayanan bir Türk geleneği. Bu benim için oldukça umut verici. Tabii ki, evrensel düzeyde yükseköğretim anlamında Türkiye’nin yakalaması gereken şeyler de var. Bu bir gerçek, fakat Koç Üniversitesi’nde kesinlikle çok doğru kararlar veriliyor; güzel bir kampüse yapılan doğru yatırımlar, araştırma olanakları, yeni bir Tıp Fakültesi ve yeni bir hastane… Tüm bunlar Koç Üniversite’nin ilerlemesinde için çok etkili olacak. Ayrıca, İstanbul ve diğer şehirlerdeki üniversitelerle geliştirilen ortaklıklarla da hem Koç Üniversitesi’nin hem de Türkiye’deki diğer üniversitelerin güçlenmesine önemli katkılar sağlayacaktır.
Newy York Üniversitesi Rektörü ve Koç Üniversitesi Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Andrew Hamilton
Vakıf üniversitelerinin en önemli başarılarından biri de maddi olanakları kısıtlı olan öğrencilere burs olanağı tanımaktır. Biliyoruz ki, sizin Rektörlüğünü ya da farklı kademelerde yöneticiliklerini yaptığınız üniversitelerde çok yaratıcı ve farklı kampanyalar yürütülüyor. Sizce bu önemli hayırseverlik seferberliğine insanları dahil etmenin en cazip yolu nedir?
Bence bu tüm üniversitelerin geleceğinin kaçınılmaz ve önemli bir parçası olacak, özellikle Koç Üniversitesi’nin. Koç Üniversitesi genç bir üniversite fakat şimdiden ağ oluşturuyor, mezun grupları kuruyor, hayırseverliği geliştirmek için sanayi ile işbirlikleri geliştiriyor. Bence bu en etkili yöntem; Harvard, Yale, hatta Oxford ve Cambridge’e de baktığınızda benzer yaklaşımlar sergilediklerini görürsünüz. Bu, mezunlara mükemmel bir üniversitede eğitim alma ayrıcalığına sahip olduklarını hatırlatmak anlamına gelir. Koç Üniversitesi’nde maddi olanakları çok kısıtlı olan çevrelerden gelip burs alan öğrenciler var: Anadolu Bursiyeleri Programı hem Koç Üniversitesi hem de Türkiye için çok önemli ve çok değerli bir programdır. Bursiyerler, Koç Üniversitesi’nden ayrıldıkları gün bilecekler ki, kısıtlı maddi imkânları olan diğer öğrencilerin eğitimine katkı sağlama gibi bir manevi sorumlulukları da var. Burs almamış olan, belki de daha iyi maddi imkânlara sahip ailelerden gelen öğrencilerin de manevi sorumluluğu var. Aslına bakarsanız maddi olanakları yüksek olanların, diğer öğrencilerin de kaliteli eğitim almalarını sağlayan burslar vererek fark yaratabilecekleri gerçek fırsatları var. Bunun bildiğim tüm ülkeler için olduğu gibi, Türkiye için de uygun ve anlamlı bir mesaj olduğunu düşünüyorum.
Hamilton Laboratuvarı’nda organik kimya ve biyokimya alanlarında disiplinlerarası araştırmalar yürütüyorsunuz. Bu alanlarda öncü ve etkileyici gelişmeler nelerdir? Laboratuvarınızda gerçekleştirdiğiniz çalışmaları ileride ne tür teknolojik uygulamalarda görebiliriz?
İşte en sevdiğim şey; bilimle ilgili konuşmak! Şunu söyleyebilirim ki, bilimsel araştırmalara başlamak için çok heyecan verici bir zaman, çünkü düşündüğünüzün aksine hâlâ yanıtlanması gereken çok fazla soru var. Bilimde 150 yıldır müthiş ilerleme kaydediyor olmamız her şeyi biliyor olduğumuz anlamına gelmiyor. Evrenin nasıl işlediğine, insan hayatına ilişkin sadece bir parça bilgimiz var. Evrenin yüzde 95’inin, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz karanlık maddeden oluştuğunu bilmek bence tüm bilim insanlarına hâlâ öğrenecek çok şeyimiz olduğunu gösteriyor. Benim kimya ve biyoloji dünyamda moleküler düzeyde yaşam anlayışı, yaşamın nasıl işlediğinin çok heyecan verici bir keşfi. Tabii ki hücrelerin nasıl çalıştığını büyük ölçüde biliyoruz, protein yapılarını, DNA ve RNA’nın çalışma prensiplerini ve genetik özellikleri nesiller arasında nasıl aktarıldığını büyük ölçüde biliyoruz. Ama yine de, moleküler düzeyde beynin nasıl çalıştığını, hafızanın nasıl şekillendiğini, zihnin ve hayal gücünün nasıl işlediğini neredeyse hiç bilmiyoruz. Bunlar, insan olarak kendi doğamızı öğrenmemiz adına başlı başına önemli. Fakat hastalıklar açısından düşünmeye başladığımızda bu konular daha da önemli oluyor. Kanser konusunda büyük yol kat ettik: Birçok kanser türünü tedavi edebiliyoruz veya tedavi etmeye çok yaklaştık, çünkü kanserin nasıl oluştuğunu ve nasıl tedavi edilebileceğini moleküler düzeyde anlıyoruz. Fakat Alzheimer ya da Parkinson hastalıkları hakkında moleküler düzeyde bilgimiz neredeyse yok ve cevaplanamayan çok fazla soru var. Bu yüzden bence şu an genç bir bilim insanı olmak ve bilim dünyasına girmek için çok heyecan verici bir zaman. Elbette benim gibi yaşlı bilim insanları için de aynı şekilde heyecan verici bir zaman. Laboratuvarımda biyolojik süreçleri test etmek, anlamak ve kontrol etmek için kimyasal araçları kullanıyoruz ve benim grubumda özellikle ilgilendiğimiz konu protein-protein etkileşimi. Bunlar hücre fonksiyonlarında çok önemli bir yere sahip ve kanser ve Alzheimer gibi hastalıkları anlamada da oldukça önemli. Biz bu süreci anlamak ve onu etkileyebilecek, kontrol edebilecek doğal olmayan moleküller tasarlamak için çalışıyoruz. Kanser konusunda uzun yıllardır çalışıyoruz ve çok faydalı olabileceğini düşündüğümüz, dönüm noktası sayılacak buluşlar gerçekleştirdik. Şimdiki çalışmalarımızda ise, Alzheimer ile ilişkilendirilen belli biyokimyasal süreçleri engelleyebilecek yapay moleküller geliştirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bilimin içinde olmak için heyecan verici bir zaman.